Artık, Londra sokaklarında ya da devlet dairelerinde, hastanede, otobüste, belediyede, kütüphanede kendi inanç çeşitliliğinin bütün renklerini olabildiğinde özgür bir şekilde yaşayan ve yansıtanlara hayıflanmayacağım. Bir zamanlar, onları gördükçe "neden" diye hayıflanıyordum, "neden bu özgürlük bize yasak?"
Artık, başörtüsünün "müslüman bir ülkede" neden yasak olduğu konusunu, buradaki müslümanlara açıklamak zorunda kalmayacağım! Dışarıda/n içeride/n mantıksızlığı her yönüyle belli olan bu garipliği, yasağı hele de bu ülkede anlatmak zordu. Masum bir "neden" sorusu değme hukukçuların, profesörlerin, yıllardır kırk dereden su getirerek rasyonalize etmeye çalıştığı ve bir temele oturtmaya çalıştığı bütün argümanları bir anda siliyordu aslında. Bu insanlara bunca yıl yaşattığınız zulüm neden?
Artık, gazetelerde ya da televizyonlarda, internet sitelerinde, geçmişin yüz karası görüntülerini gördüğümde 'bu yüzyıl önce mi olmuştu' diye soracak Türkiye'nin bu utanç tarihinden habersiz büyüyen oğullarım. Belki onlar böyle düşünecek ama ben de eşim de bu yapılanları unutmayıp "kazanılan özgürlüğün" değerini ve pahasını hep hatırlayacağız, kıymetini bileceğiz, onlara anlatacağız.
Artık, üniversite kampüsleri önünden geçerken utançla, mahcubiyetle, gözlerim yaşararak, öfkem şaha kalkarak, içim kan ağlayarak yolumu, yönümü değiştirmek zorunda kalmayacağım. Ki bir zamanlar, bu ülkenin üniversite kampüs alanlarına başörtüsü ile girmek yasaktı. Üniversite'ye değil sadece derslere başörtülü girmek yasak diye diye yasağı tedricen uygulamışlardı. Sonra binalara girmek yasak demişlerdi de zavallı araştırma görevlilerini, okutmanları, öğretim görevlilerini, birçok bilimadamlarına ve (kendisi de başörtülü olan) bilimkadınlarına bina kapılarında başörtüsü nöbeti tutturmuşlardı.
Görevleri "derste başını açan ama bina dışında kapatan öğrencilerin" binaya başörtülü girmelerini engellemek, girmekte ısrar edenlerin adını, bölümünü not alarak tutanak tutmaktı. Sonra işi güvenlik görevlilerine havale edip üniversite kampüs alanlarına girişi toptan yasakladlar... Amerikan ırkçılık tarihinden daha büyük ve daha kara bir leke çalınmıştı alınlarımıza kızlı, erkekli. Gavurun yap(a)mayacağını müslümanlara yaptırmışlardı.
O yıllarda ben, mümkün olduğunca üniversite kampüslerinden uzak durmaya, mümkünse gitmemeye çalışıyordum. Alnımda utançtan yapılma mücevherler taşımak istemiyordum. Üniversite kapılarında ya da devlet dairelerinde başını açmak zorunda bırakılan kardeşlerimi gördükçe ve elimden bir şey gelmedikçe görmemek, bu acıya katlanmayı, belki biraz daha mümkün kılıyordu. Bir utanç varsa o utanç, hepimizin, özellikle de erkeklerin, bütün müslümanların utancı ve ezikliğiydi yalnız ve sadece o kızların değil.
Sonra, gülsem mi ağlasam mı dedirten bir değişiklik görmüştüm kampüs girişlerinde. 'Başörtüsü açma alanı' olarak düzenlenen yerlere ayna yerleştirilmişti! Ne incelik! İroni! Çatışkı! Dilemma! İlk gördüğümde gözlerimin yaşardığını hatırlıyorum. Hatta, şimdi, şu anda bu yazıyı yazarken dahi. Böyle yerleştirip kanıksatmaya çalıştılar.
"Bir zamanlar..." diye başlayan bir hikayeye dönsün bu zulüm diye dua etmiştik. Dua kabul mu oldu yoksa sonunda? O dönemin acılarını içlerinde yaşatan ve o döneme dair yazılmış şeyleri, hatıraları dahi okumak, anmak istemeyen kardeşlerimin acıları silinmez ama bundan sonra gelen genç kuşakların bu zulmü artık yaşamayacakları düşüncesiyle biraz teskin olurlar umarım.
Şimdi özgürlük zamanı. Bu bahşedilmiş değil kazanılmış ve artık önünde durulamaz bir noktaya geldiği için "de facto" olarak kabulü gereken bir hak. Gerçekleştirenlerden, (başbakandan tutun da başını açmayarak okullarından atılan, her hafta sonu başörtüsünü gündemden düşürmeyen platformlara kadar) emeği geçenlerden Allah razı olsun. "Hey Özgürlük" şarkısını söyleyesim var. İlk sırada yanlış iliklenen gömleğin düğmesi çözüldü. Bütün terslikler bu yüzdendi. Şimdi yapılacak daha çok iş var.