Ahmet Altan / Taraf
İsrail ve Amerika
Çok sevdiğim biri, çok uzun zaman önce derin bir kedere saplandığında Tennessee Williams piyesleri okumaya başlamıştı.
İnsan ruhunu anlatan bir yazarın yazdıklarının, insan ruhuna ne kadar iyi geldiğini, yaraları nasıl sağalttığını izliyordum ben de.
Williams’ın piyeslerinin bazıları, çok sakin, huzurlu, asla değişmeyecekmiş gibi görünen bir ortamda başlar.
Sonra, bir sözle ya da bir olayla o “huzurlu görüntü” yırtılır arkasından yaralı ruhlar, facialar, birikmiş öfkeler, büyük çöküntüler çıkar.
Aniden patlayan bir volkan gibi o sükûnetin parçalandığını, ortaya çıkmak için bekleşen ateşlerin insanların içinden fışkırdığını hissedersiniz.
Bütün büyük yazarlar gibi Williams’ın anlattıkları hayata çok denk düşer, o piyeslerde izlediklerinizi hayatın çeşitli zamanlarında siz de görürsünüz.
Bir değişim depremini içinde oluşturan “alışılmış görüntünün”, hiç beklenmedik bir anda çöktüğüne tanık olursunuz.
Şimdi bu piyeslere benzer bir sarsıntı izliyoruz yeryüzünde.
Ve, Türkiye bu sarsıntının merkezine yakın bir yerde bulunuyor.
Çok alışılmış bir görüntü vardı.
Amerika, dünyanın “süper gücüydü”, dünya siyasetine genellikle o yön veriyordu.
Gücü ve etkisi sorgulanmıyordu.
Ortadoğu’da İsrail, kendisini “kuşatılmış” hissettiği için “meşru” kabul edilen bir biçimde şiddete başvuruyor ve bütün komşularını yeniyordu.
Türkiye, Ortadoğu’da İsrail’le dosttu, Amerika’nın ise “yakın” ve itaatkâr müttefikiydi.
Bu “hiç değişmeyeceğe benzeyen” görüntünün altında ise dünya değişiyor, bir hayvan gibi kabuk değiştiriyordu.
Teknolojideki büyük değişimler, “önemsiz ve fakir” gözüken ülkelerin zenginleşmesine yardımcı oluyordu.
Çin, Hindistan, Brezilya, Endonezya, Malezya, Güney Afrika, Türkiye gibi ülkeler bu “alışılmış” görüntünün içine sığmamaya başladılar.
Türkiye, bir trilyona doğru yürüyen ekonomik kapasitesi ve yüzlerce milyar dolarlık dış ticaret hacmiyle kendi sınırlarının dışına taşma ihtiyacı duyuyordu.
Ticaret ve zenginlik isteyen, barış da istemek zorundadır.
Bütün komşularıyla düşman olan “kavgacı” Türkiye, komşularıyla dostluk anlaşmaları imzalamaya, Ortadoğu’da “barışın” sözcülüğünü yapmaya başladı.
İçerde de fevkalade ürkekçe de olsa “barış” girişimleri aramaya koyuldu.
Aslında kendileri de içten içe değişen Amerika ve İsrail ise eski alışkanlıklarını kolayından değiştiremiyor ve yer yer gerginlik politikalarında ısrar ediyordu.
Özellikle Ortadoğu’da, İsrail ile Amerika’nın Türkiye ile çatışmaması bu koşullarda mümkün değildi.
Önce Irak, arkasından İran konusunda Türkiye, Amerika ile çatıştı.
Gazze meselesinde İsrail ile karşı karşıya geldi.
Türkiye’nin muhafazakâr hükümetinden dolayı, yaptığı girişimler “İslami bir dayanışma” görüntüsü veriyordu ve belki “düşünsel ve duygusal” planda bu “dindaş dayanışmasının” da çatışmalarda bir rolü vardı ama çatışmanın asıl nedeni sosyolojik ve ekonomik değişimdi.
Brezilya ile Türkiye, hiç beklenmediği bir anda İran konusunda kendilerini çok haklı bir “pozisyona” yerleştirip Amerika’yı sıkıştırdılar.
Obama’yla birlikte kendisi de değişmeye çalışan Amerika, Brezilya ile Türkiye’nin çıkışı karşısında “kontrpiyede” kaldı, kendine haklı bir pozisyon bulamadı.
Belki de ilk kez Amerika’nın küresel politikası bu kadar açıkça sorgulanır hale geldi.
İsrail ise “ırkçı yönetimiyle” hâlâ kırk yıl öncesinde yaşar gibiydi, sadece savaşa odaklandıkları için müthiş teknolojilerine rağmen zengin bir hayat yaratamamışlardı.
Sarsılmaz sandıkları bir alışkanlıkla “askerî gücü”, ekonomik zenginliğe tercih ediyorlar ve savaşı savunuyorlardı.
Hayatın gerçekleriyle kendi duruşları çeliştikçe daha da vahşileşiyorlar, kendilerine ve geçmişlerine hiç yakışmayan bir zekâsızlıkla davranıyorlardı.
Sonunda Türkiye ile İsrail “savaşın” eşiğinde karşı karşıya geldiler.
Bu çatışma noktasında kaçınılmaz olarak iki tarafın da zaafları ortaya çıktı.
Türkiye’nin ekonomik yapısına denk düşen bir demokrasisi ve ordusu yok, içerde Kürt sorununu çözememesi, askerî ve yargısal vesayeti kaldıramaması Türkiye’yi yaralı bir hale getiriyor, politikaya çok fazla dalan ordunun askerî yetenekleri ise ciddi bir soru işareti yaratıyor.
Bu son kriz savaşa dönüşür mü bilmiyorum ama bu krizde dünyanın tepkisini çeken İsrail, “arkasındaki” desteğin kaybolduğunu ve hiç olmadığı kadar yalnızlaştığını, müttefikleri tarafından bile bir “yük” olarak görüldüğünü anlıyor.
Türkiye ise, Kürt meselesini çözememenin, orduyu politikadan uzaklaştıramamanın böyle kritik bir anda nasıl bir zaaf yarattığını canı epeyce yanarak öğreniyor.
Bundan sonra ne olursa olsun, artık bir daha geriye dönemeyeceğiz.
Bütün dünya, güç dengelerinin sarsıldığını anlayacak.
Akdeniz’de öldürülen o insanlar sadece Gazze’de değil yeryüzünde de büyük bir yırtılmanın ortaya çıkmasını sağlayacak.