1427 yıl önce Mekke. Vahyin kalbi, şehirlerin anası ve vahyin yeniden doğduğu şehir Mekke, son peygambere ve ona inananlara dar gelmişti. Müşriklerin baskı ve işkenceleri, Müslümanlar için Mekkeyi yaşanılamaz bir yer haline getirmişti. Ama Allahın arzı genişti. İman adamları için yılgınlık olamazdı, davadan vazgeçmek, müşriklere pes etmek ise asla düşünülemezdi.
Son Peygamberin Gidin oraya, hicret edin, orada adaletli bir kral vardır şeklindeki işareti ile önce Habeşistan denendi. Deniz aşırı uzak ülkelerde yeni din için yaşama yerleri arandı. Ama Habeşistan çok uzaktı Mekkeye.
Daha sonra Taifi denedi Hz. Peygaber, yol arkadaşı Zeyd b. Harise ile. Taif, hem daha yakındı Mekkeye, hem de orada Peygamberin akrabaları vardı. Ama Taifliler de istenen cevabı veremediler, bekleneni gösteremediler. Üstelik acımadan taşladılar son nebiyi ve onun can yoldaşını. Vücudundan kanlar akıncaya ve Taifi terk edinceye kadar. Son peygamber mahzundu, ama yılgın ve kızgın değildi. Asla beddua etmedi onlara, sadece Rabbine içini döktü ve Sen dedi, benden razı isen, bu başıma gelenlere aldırmam!
Çözüm arayışları ve çareler tükenmezdi. Dinin sahibi, dinine sahip çıkanları sahipsiz bırakamazdı ve bırakmadı da. Taif dönüşü bir grup cin peygamberimizin okuduğu Kurânı dinleyip ona iman ettiler. İnsanlar taşladıysa, sekaleynin (ins ve cinin) peygamberine cinler sahip çıkıyorlardı işte.
Ardından İsra ve Mirac yolculuğu geldi. Ötelere hicret yaşandı. Yeryüzünde bunalan elçiye, semalar açtı kucağını. Son peygamber bu kutlu yolculuktan dopdolu, bilenmiş ve yenilenmiş olarak yeryüzüne döndü. Yeryüzüne döndü, zira yerdekilerin ona ihtiyacı vardı ve yeryüzü beklemekteydi onu.
Ve Medineliler koştular Mekkeye ve onun kutlu elçisine. Mekkelilerin sahip çıkmadığı, Taiflilerin taşladığı elçiye kucak açmak, onu bağırlarına basmak ve ona ensâr olmak için. Mekke kapıları kapandıysa, Taif kapıları açılmadıysa, Medine kapıları açılıyordu ona, hem de ardına kadar. Bize gel diyordu Medineliler, bize gel, seni çocuklarımızı ve mallarımızı koruduğumuz gibi koruyacağız, bize gel. Ve Son Peygambere Medinelilerin gönülleri açılmıştı.
Medinenin sevgilisi, önce ashabını gönderdi Medineye bir bir. Muhacirler yollara dökülmüşlerdi, Allaha hicret bir kez daha başlamıştı. O gün Medineye hicretin adıydı Allaha hicret. Ve Muhacirler yollara dökülmüştü, anadan yardan, maldan mülkten geçerek, ensar kardeşleriyle kucaklaşmak için. Tarihe muhacir ve ensar destanlarını not düşmek için. Yesribi İslam ile medenileştirerek insanlığa Medine hediye etmek için. Allahın dinini cihana yaymak için. Kurânın nasıl yaşanacağını âleme göstermek için.
Ve nihayet 1427 yıl önce Veda tepesinden Medine üzerine ay doğuyordu. Medine üzerine doğan ay, aslında tüm cihana doğuyordu. Ve Medineli kızların marşlarının eşliğinde Medinenin gülü, Allahın sevgilisi geliyordu Medineye. Artık Mekke doğumlu peygamber Medineli olmuştu. Medine onun hemşehrisi ve son peygamberin şehri olmuştu.
Ve kutlu yürüyüş hicret, son nebi ve ashabının şahsında bir kez daha yaşanmıştı. Ve hep yaşanacaktı da. Onun davası uğruna, onun yolunda ve ona doğru yürüyüşler kesintisiz devam edecekti. Çıkış yolları tükendikçe, çareler bitmeye yüz tuttukça, yeni kapıların aralanması için, çaresizliklerin çareye dönüşmesi için hicretler devam edecekti. İnsanlar günahlar içerisinde kaybolduklarında, yeniden güzelliklere göç edeceklerdi. Çünkü günahlar, uzun süre birlikte yaşanılamayan medeniyetsizliklerdi. İnsan ise, dünya ve ahirette huzurlu yaşayabilmek için medeni olmak, Medineleri aramak ve Medinelere varmak zorundaydı.
Selam olsun hicret yolunda olanlara. Selam olsun hicret ruhu taşıyanlara. Selam olsun muhacir gibi koşanlara. Selam olsun ensar gibi coşanlara. Ve selam olsun Müslümanlığını hicretlerle bereketlendirenlere, geliştirenlere. Ve selam olsun Hz. Ademden kıyamete kadar gelecek olan hicret erlerine!