Mabed, ilk insanla beraber vardır. Yeryüzünü ilk mabedi Ka’be, ilk insanın eliyle ve onun mübarek teriyle inşa edilmiştir. Bu, mabedsiz olunamayacağını gösterir. İnsanın olduğu yerde mabed olacaktır. Bu, insanın huzur ve mutluluğunun teminatıdır.
Son Peygamber, daha Hicret yolunda iken, ilk önce mescid yapımıyla işe başlamıştır. Yolda Kuba Mescidi, Ranuna Mescidi yapılmıştır. Medine’ye gelir gelmez ilk yapılan iş, Mescidin yerinin tespiti ve hemen Mescidin inşasına başlamak olmuştur. Medine’ye hicret eden Peygamberimiz ve beraberindeki Muhacirlerin hiçbir şeyleri yoktu. Ne evleri, ne malları, ne bağları, ne bahçeleri, ne okulları, ne başka bir merkezleri. Hiçbir şeyleri yoktu. Ama artık onların mescidleri vardı.
Çünkü Saadet Çağında Mescid, müminler için her şeydi. Evdi, mabeddi, okuldu, misafirhaneydi, şifahaneydi, arınma ve yönetim merkeziydi. Camiler çocukların, gençlerin, kadınların, yaşlıların, engellilerin buluşma, tanışma, kaynaşma, dertleşme, yardımlaşma, halleşme, yetişme yeri idi. Camide herkese yer vardı, herkes camiden alacak bir şeyler bulabiliyordu. Camiler, herkesi bağrına basan ocaklardı.
Bizim kültürümüzde, şehirler cami merkezli olarak kurulur. Şehirlerde, bütün yollar camilere çıkar. Şehrin bütün birimleri camiyle irtibatlıdır. Müminler, cami kontrolünde bir hayata, camide hazırlanırlar. Camiler, İslamî hayatın uygulama yerleridir.
Bizim kültürümüzde camiler, külliye ruhuyla yapılır. Cami, yanı başında hamamı, şadırvanı, sıbyan mektebi, medresesi, bedesteni olan bir külliye merkezidir. Zaten çağdaş Arapçada cami ile aynı kökten gelen camia, üniversite, külliye ise fakülte demektir. Bu itibarla camiler, bir ilim ve hikmet evleridir.
Cami, mihrabıyla ibadet, mimberiyle hikmet, kürsüsüyle sohbet, kubbesiyle rahmet, cemaatiyle ümmet, minaresiyle tevhid evidir.
Camiler, yalnızca ihtiyarlayınca yahut ölümle hatırlanan yerler değildir. Cumadan cumaya haftalık, bayramdan bayrama senelik uğranılan yerler de değildir. Günlük olarak her müslümanın yolu camiden geçer/geçmelidir.
Tıpkı Gök Kubbe gibi, Caminin rahmet kubbesi altında çocuklara, gençlere, kadınlara, yaşlılara, engellilere, kısaca konumu, seviyesi ne olursa olsun herkese yer vardır. Cami her yaş ve seviyedeki müminler için bir dolum ve olum merkezidir.
Camileri ayakta tutan cemaat ve onlara hizmet ve rehberlik eden cami görevlileridir. Bizde cami görevlileri, atanmış din görevlileri değil, adanmış din gönüllüleridir. Öyle olmalıdırlar.
Bizde cami hitapsız ve kitapsız olmaz. Kitap deyince ilk akla gelen Kur’ân’dır. Zira bir adı da okunan kitap olan Kur’ân, bizde en çok okunan kitaptır. Zaten bütün kitaplar o bir kitabı anlamak için okunmalıdır. Kur’ân’ın ilk ayeti Yaradan Rabbinin adıyla oku’dur. Onun ilk ayetlerinde Kalem’e dikkat çekilmiş, onun ilk inen surelerinden birinin adı Kalem suresidir. Bu, Kur’ân’ın okuma ve yazmaya ne kadar önem verdiğinin en açık kanıtıdır. Bugün Müslümanlar olarak bizler, dünyada en az okuyan topluluk isek, bu Kur’ân’ın ilk mesajlarını anlamayışımızdan ve o mesajı hayata uygulamayışımızdandır.
Çocuk yaşta Hz. Yahya’ya hitap eden bir Kur’ân cümlesi şöyledir: Ey Yahya, Kitabı al ve ona sağlamca tutun. (19 Meryem 12) Bu, Hz. Yahya’nın şahsında tüm Kur’ân muhataplarına çocuk yaştan itibaren Kitaplı olmanın, Kitaba göre yaşamanın gereğini anlatan bir ilahî öğretidir.
Evet, insan mabedsiz/camisiz olamaz. Camiler hitapsız ve kitapsız olamaz. Mümin de camide Kitapla şekillenen, Kitaba göre yaşayan, Kitaplı kimsedir.Mabedsizlik ve kitapsızlık ise, en büyük bahtsızlıktır.