“Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız”
“Hidayet Sulak Öldü.” Böyle bir habere rastladım gazetede. Öylece kalakaldım. Ölüm üzerine düşünür, ölüm üzerine okuyorken karşıma çıktı bu haber. Elimde Irvin Yalom’un Kabalcı Yayınlarından çıkan “Güneşe Bakmak / Ölümle Yüzleşmek” adlı kitabı vardı.
Geridönüşler, yaşanmışlıklar geçti aklımın bir ucundan. On, onüç yıl öncesine döndüm bir an, üniversiteye. Öğrenci olduğum sıralarda karşılaştığım, sakin, güleçyüzlü, sevecen, ses tonu her zaman kontrollü ve yükselmeyen, dinleyen bir adam. Matematikçiydi. Bildiğim, bildiğiniz matematikçilerden değildi. Matematik konusunda öğrenilmiş çaresizlikler üzerinde kafa yoruyordu. Türkiye’deki matematik ortalamasının düşük olmasından, gerilemesinden, matematiğin korkulan, çözülemez, bir muamma olmasından rahatsızdı. Bundan da sınıf öğretmenlerini sorumlu tutar, sorunun çözümü noktasında da sınıf öğretmenlerine büyük görev düştüğünü savunurdu. Haklıydı da.
Matematik konusunu bizim için daha sevecen hale getirme konusunda gayret gösterdi. Başardı da. Yılların tecrübesi, birikimi, hakimiyeti, idareciliği ile birlikte matematik karşısındaki olumsuz, korkulan, yer yer kabus gibi olan tutumları değiştirme yönünde eğiticileri okuttu. Laubali, şaklaban, lakayt bir profil çizmediğiniz sürece arkadaşça konuşabileceğiniz, yardım alabileceğiniz, dertleşebileceğiniz bir insandı. Daha önce de birkaç kez ameliyat olmuştu. Demek sonunda hepimizden önce yol aldı. Üzüldüm. İçim sızladı. Şartlar elvermedi, cenazesine de katılamadım. Gecikmiş bir vefa duygusuyla, öğretmenimize Allah’tan rahmet, geride kalanlara başsağlığı diliyorum. Günahıyla sevabıyla bu dünyadan bir Hidayet Sulak geldi geçti. Böyle geçe kayıtlara. Allah rahmet eylesin.
MODERNİZMİN SIZISI
Sızı dedim ya, yine bir sızıyla devam edelim. TYB’de düzenlenen Ölümünün 75. Yıl dönümü münasebetiyle düzenlenmiş olan Ahmet Haşim Paneli vardı. Prof.Dr.Mehmet Tekin, Doç.Dr.Alim Gür ve Dr. İbrahim Demirci’nin konuşmacı olarak katıldığı panel benim açımdan çok verimli geçti. Düzenleyiciliğini de üstlendiğim için daha bir dikkatle izleyip, notlar derledim. Mehmet Tekin, “modernizmin sızısını duyan adam” diye bir tanımlamada bulundu Ahmet Haşim için. Bu ibare içimde bir sızı olarak kaldı. Serinlik merkezleri olarak tanımlanan kişiler olduğunu ifade etti. Onlara sövdüğünde, sataştığında insana bir serinlik sağlar diyordu.
Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’in de Türkiye’nin serinlik merkezi olarak görev yapan iki yazarı olduğunu, bunun haksızlığını ifade etti. Haşim’in hayatının zor geçtiğini belirterek bir dizesini aktardı “ Komadı bu devlet bizi adam yerine” diye. Adam yerine konan kimler var diye şöyle bir uzanıp bakmak geçiyor içimden tarihe. “Yeteneğe tahammül lazım” diyordu ya Tekin, o galiba bizde olmayan ya da az bulunan bir şey. Çünkü yeteneği keşfedecek, sezecek, işleyecek, farkındalığı sağlayabilecek bir zeka vasatından dahi yoksun olduğumuz gibi bir duyguya kapılıyorum sık sık. Böyle, yeteneği anlayacak zeka vasatı olmayınca aynı yeteneğe gösterilecek tahammül nereden bulunsun.
İbrahim Demirci, artık kimsenin he olduğunu ve nasıl kullanılmadığını bilmediği “Müslüman Saati” üzerinde durdu Haşim’in hayatı ve eserlerini anlatırken. Türkiye’nin modernleşme sürecine girdiği dönemde saatlerin değişmesiyle birlikte ne çok şeyin değiştiğini ifade etti. Sivri, ironik, alaycı bir zeka olarak tanımladı Ahmet Haşim’in yazılarını.
Alim Gür ise, Dergah Dergisi çerçevesinde Ahmet Haşim, yazıları, şiirleri üzerinde durdu. Dergah dergisinin o, 1921 yıllarında yayınlanan, sayılarından örnekler getirmişti. Bir tür anakronizm yaşadım. Elimde dergi, Osmanlıca. Ve anlayamıyor, okuyamıyorum. Yazık bana! İngilizce olsa bir aşinalık olacak, bir şeyler okuyacağım, anlayacağım. İngilizceye bu kadar yakın Osmanlıcaya bu kadar uzak! Bir an ne kadar uzak olduğumu yaşadım kendi tarihimden. İşte böyle bir sızı bu da. Son olarak, bu yazıya dikkatimi çeken İbrahim Demirci’ye teşekkür ederek, eğer okumadıysanız Ahmet Haşim’in “Aç Olmayan Adam” başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ediyorum. Öyle bir tokluğa ihtiyacımız var.