Hiçbir zaman anlayamadığım, anlamaya da çalışmadığım ülke: Hindistan.
Her milletten, her dilden, her renkten adamın bir arada, “Bir arada yaşamaya çalıştığı” ülke. Tesadüfen izlediğim bir belgesel nihayetinde ilginç şeyler not ettim bu ülkenin cenaze kültürüyle ilgili, çok ilginç hem de.
Hintliler, Varanasi denilen ve Ganj Nehrinin kıyısında olan bu bölgeye ya ölmek ya da ölülerini gömmek için geliyorlarmış. Öleceğini hisseden Varanasi’ye geliyor, son günlerini orada geçiriyor. (Millet bu kafa için para ödüyor, adamların kafaları doğuştan güzel.) Ganj’ın sularında kutsandıklarını biliyorduk da bu Varanasi’ye “Cennete Açılan Kapı” dediklerini bilmiyorduk. Ganj’da yıkanınca günahlarından arındıklarını düşünüyor bu Hintliler. Ganj’ı murdar ettiklerinin farkında değiller. Dünya üzerinde Ganj kadar pis ikinci bir nehir var mı acaba?
Öleceğini hissedenler bu yere gelip Tanrılara olan görevlerini yerine getiriyorlar. Suyun içinde anlam verilemez hareketler yapıyor adına da tapınma diyorlar. O bölgeden uğurlanıp ebedi varlığa ulaşacaklarına inanıyorlar. Tanrılara olan görevlerini yerine getirince her şeyin bittiğini varsayıyorlar ve elbette cennete gideceklerinden emin oluyorlar. Sen çamurlu suya girdin iki çırpındın diye her şeyin olup biteceğini sandıysan yanıldın. Adama, “Cennet o kadar kolay mı ulan?” demezler mi?
Sadece bu kadarla kalmıyor tabi bu hastalıklı kafa! Bir ölü bedenin yakılması için 300 kilo kadar odun gerekiyormuş mesela. Ne kadar çok odunla yakılırsa beden, ölen kişinin sevapları da o derece artıyormuş. İnanışa göre tahtalar üzerine koyulup cesedi sarılan kişi, Ganj Nehrine son kez sokuluyor ve günahlarından tamamen arındırıldığına inanılıyor. Sudan çıkarılıp da ateşe bırakılıyor ve son kalıntıları da -yanmayan kemikleri mesela- Ganj’a atılıyormuş. “Ne Ganjmış ki bu kadar yükü kaldırmış!” diyesiniz geldi biliyorum.
Hintlilerin yaşadıkları bu kafada, yanan beden gökyüzüne gidiyor, insanlar da ölülerini hakkıyla uğurladıkları için mutlu oluyorlar. Ne diyelim Allah akıl fikir versin.
Ganj’ın çilesi bitmedi ha! 8 yaşından küçükler ve hamile kadınlar öldüklerinde yakılmayıp öylece Ganj’ın derinliklerine bırakılıyorlarmış. Olur da bir gün yolunuz düşerse cesetle falan karşılaşırsanız afallamayın! “Aman Allah yolumuzu düşürmesin” dediğinizi duyar gibiyim?
Ölü, bu akıl almaz inanışlarla mücadele etmek zorunda kalmadan, bir şekilde bu işlerin içinden sıyrılıyor. (Giden kurtuldu kalan n’apsın?) Ancak ölünün yakınları için çile bitmiş sayılmaz. On iki gün boyunca ölünün yakınları yas tutup, bu süreçte kimseye dokunmayıp sadece nehrin sularıyla temas ediyorlarmış. 12 günün sonunda ölünün kendileri sayesinde günahlarının hafiflediğini düşünüyorlarmış. (İyiymiş aslında?)
Varanasi’de her gün 24 saat boyunca aralıksız ölü yakılıyormuş. Nasıl mis gibi koktuğunu siz düşünün artık.
Not: Aynı adetlerin benzerleri Şamanlarda da varmış. Onlar da az manyak değilmiş demek ki.
Anneler Günü Üzerine
Babamın serçe parmağını kavrarken, ne zaman korksam, elini sıkıca tutardım annemin. Annemden emdiğim süt karnımı doyurmuştu bir zaman. Kucağında ağlamıştım sabahlara kadar. Sıcak ve kırmızı yanaklarımdan makas alan babam özsuyumdu. Ağırlaştıkça bebekken, annemin kolları ağrıyor babacığımda duruyordum belli süre. Bir kaza geçirmiş aylarca yatağa bağımlı kaldığımda babacığım taşımıştı her yere. Bir kere "Üf" dediğini hatırlamam. Çocuktum. Her şeyi net hatırladığım bir yaşın çocukluğu. İyileşip de kalktığımdaki sevincini hatırlıyorum annemin.
Hergün biraz daha büyüyüp, güzelleşip, daha aklı başında olduğum zamanlarda yüzümde daha az tebessüm ama daha çok şükür dolaşıyordu. Büyümekti adı.
Annem "Kızım" derdi, "Korkma, sen hiç yalnız değilsin, saklanma." Sonra sonra anladım ne dediğini. Ne demek istediğini... Korkmamalıydım, annem vardı. Saklanmamalıydım babam varken. Birilerinin gölgesinde saklananların yüzleri ne kadar da soluktu öyle? Benim kırmızı yanaklarım hiç öyle mi? "Hiç kuşkun olmasın" derdi babam hep, hoş hala der, "Kaygılanma." Bunu duydukça bedenimi güneşe çeviriyorum. Sıcağını içime doldurmayı deniyorum. Eğer bir gün güneş doğmaktan vazgeçerse diye endişelenmiyorum. Korkularımda, ümitlerimde, meraklarımda, hüzünlerimde, başarılarımda, çaremde, derdimde, huzurumda Annem var... Bekleyişlerimde, bitmeyen sorularımda, sığınışlarımda, çaresizliklerimde, en büyük cevaplarımda, üşüdüğümde, ağladığımda Babam var...
Havalar soğudu yine bir Mayıs günü. Bütün dallarımız titrerken rüzgarla, toprağımız özsuyumuz, annemiz babamız yanımızda. Ne büyük şükür sebebi. Ne güzel bir dua, onların varlıkları. Şimdi minik yumuşak ellerini öpme vakti. Özel bir gün beklemeden her gün, her an, her zaman... Annelerinizin, bütün dalları kırılmışların ve dahalarının anneler günü sizli olsun. Bilmediklerimizin ve hiç bilemeyeceklerimizin anneler günü de mutlu olsun