Hâtırat kitapları, bir dönemin hâfıza kayıtlarıdır. Önemsenmesi gerekir. Eskiler “tarih, tekerrürden ibarettir” derler, eğer tarihin tekerrür etmemesini istiyorsak, geçmişi iyi tanımak ve ibret almak lazım. Bu anlamda hâtırat kitapları, biraz da tarihe ışık tutan ve malzeme sunan kitaplarıdır.
Bugünlerde M. Ertuğrul Düzdağ’ın hazırladığı “Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar 1-2 (İstanbul-2007)” adlı eseri okuyorum. İyi ki bu eser yazılmış. Yoksa bir devrin olayları nisyana ve karanlığa terk edilip gidecekti.
Bu eserde neler var? 1930’lu yıllardan 2000’li yıllara kadar bütün bir İslam dünyasının geçmiş hâfıza kayıtları var. Konya’nın dini, siyasi, sosyal, fikri, kültürel hayatı bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Merhum Ali Ulvi Bey, âlimler yetiştiren bir aileye mensup. Dedeleri Hacı Veyis Efendi, Babası Hacı Veyis-Zâde İbrahim Efendi, amcası Hacı Veyis-Zâde Mustafa Kurucu Efendi. Nesillerimize hizmet adına adanmış, yol gösterici âlimler silsilesinin ve ailesinin örnek hayatları var bu eserde. Hakaretlere, acılara, itilip-kalkılmalara, binbir türlü çilelere, yoksulluklara maruz kalmakla birlikte değerlerimiz alanında korkunç yıkımlara tanıklık etmelerine rağmen, acıları bal eylemesini bilmiş, dine hizmeti daima gündemlerinin ilk maddesi tutmuş insan-ı kâmiller bunlar. Öyle ki, tüm olumsuzluklara rağmen aşklarını hiç kaybetmemiş, hasbîlik ve fütüvvet ahlâkını yaşam biçimi haline getirerek bir âlim sorumluluğuyla hareket etmesini bilmiş, gece-gündüz halkı irşâd etme yolunda tahammül göstermiş dava adamları bunlar. Onların Hakk’a, hakikate ve ilme adanmış hayatlarının her bir safhasında ilmiyle âmil, ihlas ile yoğrulmuş bir insan-ı kâmil örneklikleri var. Kısaca onların kutlu hayatlarının özünde gece âbid, gündüz ise “en büyük kerâmet, halka hizmettir” ilkesiyle hareket etme var. Dahası, “felâketler dinimize gelmesin” arzusuyla yanıp tutuşan bir azim ve kararlılık var.
Bu eserin her bir satırı, paragrafı insanı duygulandırmakla kalmıyor, düşündürüyor. Eğer bu eser olmasaydı, Konya’nın ilmî hayatını, bir Hacı Veyis Efendi’yi, bir Hacı Veyis-Zâde İbrahim Efendi’yi, bir Hacıveyis-Zâde Mustafa Kurucu hocamızı bütün yönleriyle tanıyabilir miydik? Hülâsetü’l-Beyân tefsiri sahibi İttihatçı Mehmet Vehbi Efendi’nin ve oğlu Fevzi Çelik’in gerçek kimliğini öğrenebilir miydik? Her ne kadar çevremizdeki insanlardan sözel manada hayat öyküsünden bazı parçalar duymuş olsak da aileden birisinin kaleminden çıkmış bu mevsûk eser olmasaydı, Konya’nın dini hayatının şekillenmesinde büyük emeği geçen Hacı Veyis-Zâde Mustafa Kurucu hocamızın dini hayatını ve sosyal hizmetlerini detaylı bir şekilde öğrenebilir miydik? Onun, ‘bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim” deyişi bizim için bir rehber olmalıdır.
Hz. Peygamber Sallahu Aleyhi Vesellem: “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir” buyuruyor. Vârislik nasıl olurmuş, gerçek vârislik örnekliklerini bu eser bize çok güzel anlatıyor. Peygamberlerin en büyük özelliği ‘hasbî’ oluşlarıdır. Yıllarca din hizmetlerinde bulunan bu insanlar bütün maddi yoksulluğa rağmen, meccânen aman felaketler dinimize gelmesin diye gayret gösteriyor. Para, pul ve şöhret peşinde değiller. Şu özgüvene, şu imana, şu kanaatkârlığa, şu tevekkül inancına bir bakalım.
Bir gün Hacı Veyis Efendi, muhtereme hanımına şöyle diyor:
“Muhsine, bizim belki (Meram’da) bağımız yok, bizim bahçemiz yok ama Sille’den aldığımız Çayır bağ suyunu buz gibi yapan testimiz var, Allah’ıma çok şükür Muhsine, acaba biz bu nimetin hakkını verebilir miyiz?” Halka hizmeti Hakk’a hizmet sayan bir duruş, bir incelik, bir asâlet örneği ve Müslümanca bir bakış açısı bu. İşte görüldüğü zaman Allah akla gelir diye tanımlanacak Salih insan modeli bu.
Hâtıralar 1-2 adını taşıyan bu eser İslam’ı yaşama yolunda Konya’dan Medine’ye yapılan bir hicretin acıklı öyküsüyle de dolu. İbret alınacak çok hususlar var.
Diğer taraftan, İslam âleminin asırlarca ilim ve düşünce merkezi olmuş Mısır’da Ezher hâtıraları ayrı bir bölüm. Kimler anlatılıyor ilim dünyasından? Mustafa Runyun, Ali Yakup Cenkçiler, Mustafa Sabriler, M. Zâhid el-Kevserîler, Yozgatlı İhsan Efendiler, Hasan el-Bennâlar, Muhammed ve Seyyid Kutublar…..Daha niceleri. İslam âleminde olup-bitenleri iyi gözlemleyen, bizzat bahsettiği isimlerle yakın ilişki halinde olmuş bir mütefekkirin derin gözlemleri bunlar. Yakın tarihimize ışık tutacak ipuçları var bu eserde. Yazımızı eserden alıntıladığımız bir bölümle bitirelim.
Rahmetli Ali Ulvi Kurucu, matbuatta bile Allah demenin yasak olduğu, camilerin ot deposu yapıldığı dönemleri anlatırken rahmetli dedesi Hacı Veyis Efendi’nin dinden uzak yetişen gençliğin hali konusunda şöyle dediğini naklediyor:
“Yahu bu kadar yıkıma uğrayan bir milletin sonu ne olacak? Bu olanlar bizleri bile sarstı. Ömrümüz ilimle, medreseyle, kitapla, Kur’an’la geçmesine rağmen, bu işler bizleri dahi sarstı..Ya hiç dini sohbet görmemiş; bir âlim, bir mürşid, bir Allah dostu ile görüşmemiş; böyle zatların semtine uğramamış, maneviyat âleminden feyiz almamış, bu neş’elerden, zevklerden mahrum yaşamış gençlerin hali ne olacak? Bu memleketin akıbeti ne olacak?”
Bunun üzerine babası Hacı Veyis-Zâde İbrahim Efendi:
“Efendimiz Sallahu aleyhi vesellem, ‘başımıza gelecek felaketler, dinimize gelmesin’ buyurmadılar mı? Baba, maalesef musibet dinimize geldi” deyince, dedem Hacı Veyis-Zâde Efendi’nin hüngür hüngür bir ağlaması vardı ki, unutamam,” diyor Ali Ulvi Bey. (Hâtıralar, I, 155).
Allah cümlesine rahmet eylesin!