Hoş geldin “Çalı”; Hayırlı Olsun, “Mahalle Mektebi”
Geçen cumartesiden beri masamda “Çalı” ile “Mahalle Mektebi” duruyor. Uzun uzun söyleşiyoruz; aklım başını alıp gidinceye kadar. Bir “ilk gençliğim”e, bir bugüne gidip gidip dönüyorum. Elli beş yıllık bir serüven; fikir, sanat ufuklarında.
Çalı’daki, Mahalle Mektebi’ndeki onlarca şairi, hikâyeciyi; dergilerin yönetmenlerini düşünüyorum. Kocaman bir dosya kâğıdında, Necip Fazıl’dan iki mısraı:
“Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam, gezdirsin boşluğu ense kökünde!”
“Talip” olmuşlar; “Boşluğu ense kökünde gezdirmeye”. “Talep” mi, “Takdir” mi; karar veremiyorum. Belki her ikisi.
Nasıl duymuşlarsa duymuşlar. “Mâlum” olmuştur belki de. Âşık Şem’i “Konya Methiyesi”ni söylüyor; Silleli Figâni, Feşâni, Âşık Mansur, Âşık Mehmet Yakıcı, Ermenekli Hasan Rüştü, Ali Ulvi Kurucu, İhsan Hınçer, Gültekin Samanoğlu, Namdar Rahmi Karatay, Fazıl Hüsnü, Önal Vasıf Öztaş, Panos Özararat dinliyorlar keyifle. Güftekârlar Mahmut Nedim Güntel, Fakih Özlen. Hikâyeciler, romancılar Tarık Buğra, Mehdi Halıcı, Suat Abanazır, Celâlettin Kişmir. Çalı için, “Mahalle Mektebi” için “hayırlı olsun”a gelmişler. Anadolu’nun en yaşlı dergisi “Çağrı”ya kardeşler geldiğini hissetmişler. “Birdi, üç oldu, ne hoş” diyorlar.
ÖYLESİNE ZOR Kİ ANADOLU’DA SANAT YAPMAK
Diğer Anadolu şehirleri şöyle dursun, “Konya Basın Tarihi”ni sanat dergileri açısından incelediğinizde göreceksiniz. “Cumhuriyet dönemi”nde yüzlerce sanat dergisi yayınlanmış bu “aziz iklim”de. Kimi doğmuş, ölmüş; kimi iki yıl, üç yıl yaşamış. “Servi gibi” umutlar doğmuş dergi çıkarmaya girişirken; birkaç sayıdan sonra “dönmüş birer iğdeye”…
“Cumhuriyet Dönemi Konya Dergiciliği”nde uzun ömürlü üç dergi görürüz. Biri Konya Halkevi’nin yayın organı “Konya”. 1936’dan 1950’ye kadar yaşamış; 147 sayı. İkincisi “Çağrı”. Ünlü “Selçukya Ozanı” Feyzi Halıcı’nın dergisi. 1957’de doğar, bu aylarda 55. yaşını kutluyor. Elli beş yılda 623 sayı. Üçüncüsü “Çalı”. Zeki Oğuz yayınlamaya başlar 1 Şubat 1997’de. 101. sayı ile Ekim 2011’de izleyicilerine kavuşur.
“Konya Halkevi”nin efsane dergisi“Konya”yı saymamak gerek. Çünkü onun ardından Halkevi’nin büyük ve resmi imkânları vardı. Ama Çağrı, Çalı öyle değil. Onlar “durumdan vazife çıkartmışlar”; bir aşk, tutku, sanatçı güdüsü ile nasiplerinden kesip sürdürmüşler bu işi.
Bir zaman 1950’lerin gençleri olarak, biz de düşmüştük bu sevdaya. Saim Sakaoğlu ve arkadaşları Özlem’i; Mustafa Oğuz, Ali Kalafat, Nevzat Küçükerdoğan, Abdullah Petekçi, ben; ellişer lira koyarak bir ortaklık kurup “Umut”u yayınlamıştık. İki gençlik dergimiz de üçer ay yaşayabilmişti.
Ben, “edebiyata/sanata tâlip olanları, başının üstünde dünyayı taşıyan “Atlas”a benzetirim. Girilen yolun “çile”sini zaten Necip Fazıl mısraları ile yazının girişinde belirtmiştik. Artık, sanatçı yürürken “Her mihnet kabulüm” demektedir.
HOŞ GELDİN “ÇALI”…
Konya sanatçıları, sanat sevenleri yeniden kavuştu “Çalı”ya. Zeki Oğuz sahibi, Genel yayın yönetmeni Bülent Sirkeci, Yazı İşleri Müdürü Şafak Oğuz. 0332 353 49 63’den ulaşılabilir.
Bülent Sirkeci, Çalı’nın ikinci baharında şöyle diyor: Şimdi Çalı yeniden hayata dönüyor. Çünkü çevrenize baktığınızda çalının doğadaki en inatçı bitkilerden biri olduğunu görürsünüz. Çalıyı tutmaya kalkarsanız elinize batar. Dallarını koparırsınız, daha güçlüsü çıkar. Kesersiniz, yanından bir çalıyla birlikte daha güçlü bir şekilde büyür. Su istemez. Özel bakım, ihtimam hiç gerekmez. O kendi kendine en olmaz yerlerde bile bitiverir. Her iklimde, her doğa koşulunda ortaya çıkar. Bazen bir kayanın yarından, bazen kızgın güneşin altında fışkırır. Adeta her şeye meydan okur. Tıpkı Çalı dergisi gibi her tülü zorluğa, imkânsızlığa rağmen yeniden hayat bulur… Bizim Çalı’mız hayatını sürdürebilmek için az da olsa ilgi istiyor. Bu ilgi de eli kalem tutanların, okumayı sevenlerin ona sahip çıkması şeklinde olacaktır.”
Çalı’nın; tekrar hayata dönmesinde eski okurları sürekli ısrar etmişler, Çimke Yayınevi sahiplerinden sanatçı-gazeteci Ahmet Aka basım imkânları sağlamış. Çalı teşekkürü bir borç biliyor.
Ben Zeki Oğuz’u iyi tanırım. Çalı gibi, hatta çalıdan on, yüz, bin kat yokluğa, mağduriyete, gizli ya da açık cezalandırmaya dayanıklı. Tam kırk yıldır bilirim Zeki’yi.
Çalı’nın 100. sayıya binbir emekle, meşakkatle gelmesi sürecinde Zeki’nin iki kızı Emine ve Şafak maddi manevi katkılarını esirgemediler. Hayırlı evlât diye ben bunlara derim. Ben, geçmiş yıllarda Çalı’ya, hakkıyla söylemek, gerekirse katkıda bulunamadım. Başımızın selâmet olmadığı yıllardı. Ama, Çalı’nın yanında istediğim gibi yer alamamak içimde ukde oldu. Bundan sonra böyle olmayacak.
Zeki Oğuz, 101. sayı ile yoluna devam ediyor. Deneyimli artık, yolunun ne belâlı yokuşlarla dolu olduğunu biliyor. Bilirim, Zeki Oğuz tanıdığım en çetin adamlardan biri. Bildiğini yapar, inat. Suya atsalar batmaz. HOŞ GELDİN “ÇALI”.
HAYIRLI OLSUN, “MAHALLE MEKTEBİ”…
Günlerdir, azıcık vakit buldum mu okuduğum bir dergi var, önümde. “Mahalle Mektebi”, “Hayat Edebiyat Dergisi”.
Özenle hazırlanmış, sanatçı titizliği ile sunulmaya çalışılmış. Bu birinci sayısı, iki ayda bir yayınlanacak. Çimke Basım Ltd. adına sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Ahmet Aka. Aka, hafızama yabancı değil; “Eylül” sanat dergisini hâlâ özenle saklarım. Benim “mihenk taşı”ma göre iyi bir sanat adamı, gazeteci.
Mahalle Mektebi’ni yayına U. Kubilay Dündar hazırlamış. “Yayın Kurulu”nda İbrahim Demirci, Abdullah Harmancı, Muammer Ulutürk, M. Ali Köseoğlu yer alıyor. Kurulun diğer üyeleri de “edebiyat” nedir, bilincinde yazar ve şairler.
“Cumhuriyet Dönemi Konya Sanat Dergileri”nin, öğünmek gibi olmasın, tümünü gördüm, incelemeye çalıştım, koleksiyonlarını yaptım. Bulup topladığım “eski zaman” gazete ve dergileri on deve yükünden fazla.
Sanatın en çok yakıştığı “Selçukya İklimi”, içim acıyarak söylüyorum, çok uzun yıllar öyle çorak, öyle kurak, öyle verimsiz kaldı ki. Ara sıra, sanat bâbında bir yeşerme oldu; onu da, ham halat hoyrat eller daha iki yaprakken yoldu.
“Mahalle Mektebi”nden umudum var. İçlerinde step nedir bilen deneyimli yayıncılar var. Dergide yazıları, şiirleri yer alan sanatçıları isim isim yazmak isterdim; ama, yeri sınırlı bir gazete yazısında mümkün değil, bağışlasınlar.
Bilen bilir. Ben, yazıya, şiire “Söylenmemişi söylemeye çalışmak; söylerken de o dilde en güzel söylemek” miyârından bakarım. Metni, mısraı tadarım; gönlümle, aklımla özümserim. Bal almak bâbında keçiboynuzunu, yâni, harnupu hiç sevmem.
“Cümle Kapılar Mahalleye Açılır” yazısı ile Ulvi Kubilay Dündar; “Menkıbesiz Çocuklar” yazısı ile Hasan Arslan; Taşranın Ahbab Koynunda” yazısı ile Köksal Alver; “Bir Bilgenin Kaleminden: Hime-i Ataiyye” yazısı ile Zeliha Üstün; “Haspinas’ın Renkleri” yazısı ile Muammer Ulutürk; İbrahim Demirci’nin Celal Tarakçı ile söyleşisi ilgiyle okunuyor. Diğer yazılar da, şiirler de sıradanın üstünde. “Taşra yazımı”nı çoktan aşmışlar. Yazı denizlerinde, şiir iklimlerinde “kalite”ye; “rafine” söylemlere kanat çırpıyorlar.
M. Ali Köseoğlu’nun “Zaman Ne Çabuk” şiirinden etkilendim. Şu üç mısraı: “kirpiklerini silerken zaman / ne de çabuk geçiyor bakınca / sanki ölecektim bir ayete sığınmasam”.
Ben de, şu son elli senede “Sözcüklerin Cennetinde ve Cehenneminde”, “Sanki ölecektim bir ayete sığınmasam”.
Emek verenlerin ellerine sağlık. Hayırlı olsun “mahalle mektebi” Yaşın uzun olsun…
GELECEK PAZARTESİ: Oldu mu ya, Yalçın? Seni öyle özlüyorum ki…