Rahmet ayı ramazan bitti. Kimileri, mübarek Ramazan’ın gidişine üzüldü, kimileri de mübarek on bir ayın gelişine sevindi. Bayram nedeniyle de bizim bu yazı bugüne kaldı. Ne aldık? Neleri bıraktık? Hangi ağırlıklardan kurtulduk?
Bu ay, her türlü günahtan arınma ayıydı… Tertemiz olmuş yeni kalple, hayatımız devam edecekti... “Reyyan” kapısı bizi bekledi. Hazır tüm şeytanlar da bağlanmışken, takva üzere bir hayat yaşamanın tadı çıkarılmalıydı… Ne kadar başarabildik? Ne denli arındık acaba? Bir özlü nefis muhasebesi gerek…
Ama sanırım hepimiz için durum aynı değildi. İki yıl önce Ramazan ayında Mali’de bulundum. Toplamda yirmi kişi yoktu oruç yerken gördüğüm. Oysaki sağlık sorunları nedeniyle oruç tutamayan insan sayısı da fazlaymış. Nüfusunun yarısı gayri Müslim olan Burkina’da neredeyse bu kadar açıktan ve fütursuz oruç yeme alışkanlığına rastlamadım. Acı bir durum doğrusu. İsyanda pespayeleşmek… Artık bugün aramızda bir görüntü farkı da kalmadı.
Ramazanın son haftası çarşı tarafında bir işimiz vardı ve Arapoğlu makasında bir camiye teravih namazı kılmak için girdik. Ezan okundu, namaza başladık. Tesbihat dâhil, bittiğinde 35 dakika olmuştu. İnanın kan- ter içinde kaldık. Namazdan sonra memur beye “Bayım, yetişebildik mi? Sıkıntı yok değil mi?” diye sormak istedim. Ama bir Ramazan gecesi yaşayacağım acı bir diyalogdan korktum. Kusura bakmayın ben buna bilinçli olarak “imam” demedim. Namazımızı da ifsat etti. Tabi adamın namazdan sonra beş dakikadan fazla süren ve türlü nağmelerle okuduğu aşrı unutmayalım. Farzı boşa götürdü ama Kur’an okurken, kendi maharetini de sergilemeyi unutmadı. Demek buradan daha çok takdir alıyordu. Bu da ayrı bir ramazan ve ibadet kazası… Ama kasti bir kaza…
Bu gazetenin köşesinde de haftalık fikirlerini ifade eden muhterem il müftümüzün, ”Arkadaşlar, kabul olunmayacak namazı kıldırmayın.” Diye uyardığını biliyorum. Ama anlaşılan bu hassasiyet, aşağıya inememiş. Eskiden jet imamlar vardı. Bu adam ultra jetti.
Ben, son yıllarda teravih namazlarına gelen cemaatin cidden azaldığını gördüm. Muhtemelen buna siz de katılacaksınız. Bunu kim mi başardı? Teravih namazının üzerine bu kadar tartışmaları koparan ilahiyatçılar, başardı. Yakınlarımdan tanıdıklarım var. Onların cami ile olan bağı sadece Cuma ve teravih ile sınırlıydı. Elbette bu az ve yeterli görmek büyük bir yanlışlık olur. Ama biz onların bu bir aylık cami alışkanlıklarından tutup, daha fazlasına davet edeceğimize, onları uzaklaştırdık. Bir arkadaşım, mahalle imamlarının; “Diğer vakitlere gelmeyenlerin teravih namazı için camiye gelmesine gerek yok. Böyle bir aylığına Müslümanlık olmaz!” diye cemaati nasıl soğuttuğunu nakletti. Çoğu camilerde bir safa indi cemaat.
Bunları görünce, iki yıl kaldığım Burkina Faso’yu hatırladım. Orada teravih namazları 8 rekât olarak kılınır. Ama toplam namaz bir saat kadar sürer. Yani Cuma namazı nasıl kıldırılırsa, başka bir vakit namazında ne kadar sure veya ayet okunursa, öyle okunulur. Onlar için her namaz, Allah için kılınan bir namazdır. Hele bir rükû ve secdeleri vardır ki, “tatmayan bilmez” cinsinden. Oradaki tesbihat hızlıca ve dil alışkanlığı söylenmiş üç cümle değildir. Çoğu zaman on sayısını geçtiğini bilirim. Alnınızı secdeye koyduğunuzda secdeyi hissedersiniz. Orada yapılacak hata, hızlı ve kısacık bir namazı kıldırmaktır.
Namaz deyince insanların aklı gidiyor. Son on günde büyük camilerin hepsi teheccüt vaktinde kadın-erkek demeden cemaatle dolar. Üç cüz kuranın okunduğu on rekâtlı namaz, saatler sürer. Jet imamla hiç tanışmamışlar. Fransızlar bile yıllarca süren sömürüde böylesi bir ibadet katliamını akıllarına getirememiş... Belki de beceriksizlikleridir. Öylesi bir zalime güzelleme düzdüğümü de sanmayın…
Tabi tüm camilerde gündüz yapılan tefsir mukabele dersleri de işin başka bir boyutu. Teheccüde gelmiş ama uykuya yenik düşmüş çocukların sergilediği güzelim manzarayı nasıl aramazsınız? Ama mütevekkil, mütevazı ve ibadet şuuruyla… Oruç, Kur’an ve namaz… Ayrılmaz üçlü.
İnşallah yenisiyle buluşacağız. Ama bizim hoca kesimi, daha dikkatli olsalar da ibadet ve namazlar ifsat olmasa…