Tevekkül vekil edindi, ona teslim oldu, acziyet gösterdi, başkasına dayandı anlamlarına gelmektedir (Firuzâbâdî, 2005: 1069). Bu yazıda bu kavramın Hz. Hud, Hz. İbrahim ve Hz. Yakup ile ilişkilendirilerek Kur’an’da nasıl yer aldığını ortaya koyacağız. Konuyla ilgili üç ayetin geçtiği surelerin nüzul sıralaması dikkate alınırsa Hz. Yakub’un tevekkülünü önce işlememiz gerekirdi. Ancak biz nüzul sıralamasını değil söz konusu üç peygamberin risalet ile kavimlerine geliş kronolojisini dikkate aldık.
Hz. Hud, inkârcıların ve diğer kötü kimselerin onun başına bir iş getirmeleri konusunda, onun ve onların sahibi ve tüm yarattıklarının koruyucusu Allah’a tevekkül etmekte, Âd kavminin ona vermek istediği zararı önlemek için O’na dayanmaktadır (Taberi, 2000, XV: 363): “Şüphesiz ben benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutmuş olmasın. Benim Rabbim, hiç şüphe yok ki, doğru yoldadır." (Hud, 11: 56). Âd toplumu yüz çevirirse bilmelidir ki Hz. Hud birlikte gönderildiği şeyi onlara tebliğ etmektedir. Onun Rabbi dilerse onların yerine başka bir topluluk getirir ve onlar ona zarar veremezler. Şüphesiz ki Allah her şeyin koruyucusudur. Hz. Nuh, onların tuzaklarına karşı Allah’a tevekkülünü ve güvenini belirttiğinde, Allah’ın “onun ve onların rabbi oluşundan dolayı” O’na dayanmak gerektiğini söylemektedir. Çünkü her canlı O’nun hükümranlığı altındadır. Ayetteki Allah’ın doğru yolda oluşundan kasıt O’nun hükümranlığında hak ve adalet üzere olmasıdır (Zemahşeri, h. 1407, II: 404).
Müminler için Hz. İbrahim ve onunla beraber olanlarda güzel bir örnek vardır. Onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: “Biz, şüphesiz sizden ve Allah'tan başka kulluk ettiklerinizden uzağız. Sizi reddediyoruz. Sizinle aramızda, siz Allah'a tek olarak iman edinceye kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret belirmiştir. İbrahim'in babasına söylediği şu söz hariç: Senin için bağışlanma dileyeceğim, fakat Allah'tan sana gelecek hiçbir şeye gücüm yetmez. Rabbimiz, sana dayandık, sana yöneldik ve dönüş sanadır!" (Mümtehine, 60: 4). Hz. İbrahim tövbe ederek Allah’a yöneldiklerini söylemektedir (Taberi, 2000, XXIII: 319). İnkârcılar gemi azıya aldıklarında, iletişim kanallarını kapattıklarında ve kalplerini İslam’a açmayacakları belli olduğunda Müslümanlarda onlara karşı bir nefret oluşur, bu da doğaldır. Müslümanların güler yüzlü oluşunun, inkârcılara gösterdikleri tahammülün ve zalimlere karşı sabırlarının bir sınırı vardır.
Hz. Yakup, Hz. Yusuf’un yönetimde olduğu Mısır’a ticaret için giden oğullarına şöyle bir uyarıda bulunmaktadır: “Ey yavrularım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf, 12: 67). Hz. Yakub’un oğullarına Mısır’a girerlerken ayrı ayrı kapılardan girin uyarısını “nazar değmesi” şeklinde yorumlayanlar olduğu gibi, bu uyarıyı kralın onları topluca görmesi durumunda onların isyancı olduğundan şüpheleneceği endişesi olduğunu söyleyenler de olmuştur (Ateş, 1988, IV: 409-410). Diğer bir ihtimal de Hz. Yusuf’un kardeşlerinin daha önce de Mısır’a gelmiş ve onun özel ilgisine mazhar olmuş olmaları nedeniyle, insanların kıskançlıklarından onlara zarar vermeleri ihtimalidir (Şimşek, III: 38). Gerçi, nazar değmesine dair bilimsel izahlar getirdiğini ileri sürenler olsa da, hased kişiler “bir hasetlik organizasyonu”, kamuoyu baskısı, psikolojik tahakküm vs. şeklinde bir çaba içine girmedikleri sürece salt bakışlarıyla insanlara zarar veremezler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Hz. Hud kendisine karşı kurulan tuzaklar, Hz. İbrahim şirk ve Hz. Yakup da –bir tedbir de önererek- oğullarının başına kötü bir şey gelmesi tehlikesi karşısında Allah’a tevekkül etmektedirler.
***
Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, 12 c., Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul, 1988.
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, 8. bs., Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2005.
Şimşek, M. Sait, Hayat Kaynağı Kur'an Tefsiri, 5 c., Beyan Yay., İst., 2012.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.