Hukuk devletinden, adalet devletine….
Hukuk devleti olmakla, adalet devleti olmanın aynı şey olmadığını biliyoruz. Bu anlamda yazılı metinlerle yönetiliyor olmak, adaletin hâkim olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü adalet, uygulandığı zaman oluşturduğu mutluluk hissiyatını tüm taraflara hissettirecek kadar belirgin özelliklere sahip. Tarihte gelmiş tüm erdem savaşçıları, kavgalarının ilk sırasına adalet arayışını yazmıştır. Adaletin tesis edilemediği yerde, toplumsal mutabakat, birlik, düzen ve dirlikten bahsetmek oldukça zordur. Müstetir bir husumet ve karşılıklı kinleşmelerin yoğunlaştığı toplumlar, belki hukukun yazılı metinlerle kayıt altına alındığı, fakat adaletin tesis edilemediği toplumlardır. Böyle bir toplumda yaşıyor olmak “ikircikli insan” modellerine kapı aralamak anlamına gelir. Söylediklerine sahip çıkmayan -çıkamayan- sürekli yön değiştiren duruşlar geliştiren insanlar oluşur. Oysa adaletin tesis edildiği toplumlarda bireyler, haklarının adaletle çerçevelenmiş bir sistemle takip edildiğinden emindirler.
Seksen dört yaşındaki Türkiye Cumhuriyetinin böyle bir erdemle halkını tanıştırıp tanıştırmayacağını bilemiyoruz. Tarihi, kanlı darbeler ve geri gelmeyen göz altılarla dolu bir sistemin böyle bir genetiği hızlı terk etmesini beklemek belki saflık olur. Ama bu değişimin olamayacağını söylemekte çok iddialı bir söz gibi geliyor. Dünyanın her tarafında bir hareketlilik var. Bu hareketliliğin illaki Türkiye’de de yansımaları olacak. Talep ve beklentimiz, bu yansımaların olabildiğince müspet tezahür etmesinin sağlanması. Gelişen bu konjonktürün, halkın refah ve mutluluğunu sağlayan bir sürece doğum yapması sağlanabilir. Doğum gerçekleşirse, inşallah kazanılan bu durum bir şekilde büyütülüp geliştirilir. Fakat hem toplum olarak bizim, hem de bu ülkeyi idare ettiğini söyleyenlerin bu kararı alması ve mutabık kalması lazım.
Hükümetin, geçmişten gelen tortuları temizlemek ve halkın menfaatlerini esas alan hazırlıklarla ilgili gayretlerini herkes seyrediyor. Bunun bir fırsat olduğunda hiç kimsenin şüphesi yok. Zira yazılı metin haline getirildiği için adına hukuk! Denen ve içinde adaletle taçlandırılmış haktan eser bulunmayan bir sistemle onlarca yıl geçirdik. Toplumun mağduriyeti yazılı ve görsel metinlerle tescillendi. Hepimiz bir önceki kuşağın zulüm belgeselini seyrettik. Fakat hiçbirimiz, seyrettiğimize benzer olan kendi dönemimizi değiştirmeye dönük bir süreç başlatamadık. Bunu yapmaya çalışanlarında kimisinin darağaçlarında sallandırıldığını, kimisinin de zindanlarda çürümeye terk edildiğini, seyrettiğimiz belgesellerde görmüştük. Bu korkunun egemen olduğu yüreklerimiz, “adaletle desteklenmiş haklarımızı” istemekte ve almakta bizi korkaklığa sürükledi.
Şimdi bu ülkede, bizim gibi düşünen, bizim gibi konuşan, acıyı ve ihaneti görünce ağlamasını bilen, sokakta yaşamış, sokakta yaşayanı tanıyan birilerinin eline imkân geçti. Bu imkânın iyi değerlendirilmesi gerektiğini bilen ve düşünen sadece biz değiliz. Onlarında bu konuyu, en az halk kadar önemsediğine inanıyoruz. Çünkü halkla iç içe yaşamaya gayret ediyorlar. Bu onlar için çok ciddi bir avantaj. Bu avantajın nasıl menfaate dönüştürüleceğini onlar çok iyi bilir. Seksen dört yılda bir yakalanmış bu imkânın tarihte hiç olmadığı kadar halkın adaletle kuşatılmasını sağlayacak önlemlerle bezenmelidir. Bunun hangi bürokratik elit ve politik isimlerle gerçekleştirildiği hiç mi hiç önemli değil. Sadece bu çalışmayı yapanlar, erdemle ilgili tanımlamaların kelimelerini duyunca içleri cız etmesin. Hz. Ömer (ra) efendimizin, kızların diri diri gömüldüğü ile ilgili konular açılınca yüreğinin yandığı malumdur. İslam öncesi dönemine denk gelmesine rağmen kendisiyle ilgili bu kusuru önemsemiş ve acısını hissetmiştir. Bu acıyı hissetmek ve önemsemek onu adaletin temsilcisi yapmış, tarih boyunca “idarede adalet” denince akla o gelmiştir.
Şimdi, mazisi ve mevcudu defolu olmayan adamların yapacağı çalışmalarda bu toplumu, adalet toplumu yapabilir. Eğer bu mücadelede erdemi tanımlayan kelimeleri duyunca, kendinde olmadığı için kaçan ve huzursuz olan isimler bulunmaz, adalete sahip çıkmayı onurla taşınması gereken bir erdem sayanlar olursa, bizde de güzel gelişmeler yaşanabilir. Geldiğimiz noktada, bu günler o günler diyebiliriz. Eğer günde mutabıksak geriye erdem sahibi insanların iş başı yapması kalıyor. Birey olarak fert fert, ama toplamda, toplum olarak bize düşen görevi ve yükü iyi anlamalıyız. Çünkü bu, uzunca bir sürece yayılacak olan mücadeledir. Yazılı belgelerin adaleti emretmesi iyi ama yeterli değil. Bizimde kendimizi sözlüklerde kayıtlı tüm erdem ifade den kelimeleri duymaya hazır hale getirmeliyiz. Bedenini yolsuzlukla elde ettiklerinden besleyen, dünyası günahkârlık görüntüleriyle dolmuş insanların bu erdem kavgasına öncülük edeceğini düşünemeyiz. Hızlı bir şekilde, kaçacağı ve koşacağı literatürü iyi oluşturmuş bireyler yetiştirmeliyiz. Yaşadığımız coğrafyanın, hangi kayıt! altına alınmış hukuk dışı süreçlerden bu güne geldiğini biliyoruz. Bizim için lazım olan zulme aracılık eden yazılı metinler değil. Mutluluk ve müreffehlik sunan adalettir. Adaletin sahibi de Allah azze ve celle’dir. Bu da bize, referansımızın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini işaret etmiyor mu?