18 yılı geçkin zamandır iktidarda olan AK Parti hükümetinden iki tip insan şikayetçi. Bunlardan ilki sürekli Avrupa ve ABD’yi örnek göstererek bizim bir türlü onlarla aynı ekonomik seviyeye gelemeyişimizden hükümeti sorumlu tutan her iyi şeye karşı olan güruh. İkincisi ise her seçimde büyük resme bakmayı becerebilmiş ve seçim zamanları AK Parti’ye oy vermiş ancak daha büyük beklentileri olduğu halde, kızdıkları icraatlar olsa bile sessizce bekleyen insanlar…
Türkiye’nin ekonomisini büyütmeye çalıştığı her hareketine takoz olan, bulduğu gaza-petrole sevinemeyen, kendi silahını yapmış olmasından mutsuz olan müzmin muhalif tipler, aynı zamanda bu hükümet sayesinde elde edilen refahtan en büyük faydayı sağlayanlar da belki onlar. Öncelikli ele alacağımız insan tipi yani...
Bunlar Türkiye’de basın hürriyeti olmadığını iddia ederler, ancak akşam sabah hiç durmadan basın yoluyla hükümete, onun başına, ona oy verenlere rahatlıkla saydıran ve her türlü hakareti yapanlardır. Türkiye’de demokrasi olmadığını iddia ederler, ancak dünyanın en demokratik seçiminde bile kaybedince kendilerini değil rakiplerini suçlarlar.
Bunların derdi Türkiye’nin kalkınması, ekonomisinin büyümesi, insanların refah içinde yüzmesi değil, bilakis gerekirse ülke batsın yeter ki cami yapıp duran, torununu hafız yapan, namazlı, niyazlı, başörtülü insanların başlarında olmaması. Dine ve dindara karşı ‘tik’leri var sanki!
Yerel yönetimlerde ele geçirdikleri belediyelerde şu kadar zamanda gözle görülür tek yaptıkları iş kasayı boşaltarak dışardan ha bire borç almalarıdır. Paraların nereye gittiğini maalesef yıllar sonra öğreneceğiz ve çok geç olacak!
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın TBMM’de yaptığı konuşmayı hala izlemeyen varsa google’a şöyle yazsın. “Bu hükümet dünyanın en doğru işini bile yapsa bizim bu hükümeti alkışlayacak halimiz yok.” Ardından da “milletin bize verdiği görev bu kardeşim” diyerek pişkin pişkin kendini savunması yok mu? Adam olana sorarlar, hangi millet size böyle bir vazife verdi, çıkın seçmeninize bir sorun bakalım. Dünyanın en doğru işlerinden olan İstanbul havaalanından en çok seçmenlerin faydalanıyor. Marmaray’dan ve köprülerden de bi güzel geçip vakitten tasarruf ediyorlar. En lüks arabalara binip duble yollarda fink atıyorlar. Sadece İstanbul’a yapılanları saydım, CHP seçmeni bu doğru işlerden memnun değil mi yani!..
Neyse yazımızın konusu AK Parti hükümeti bedava cennet dağıtsa “girmem” diyen seküler kitle ve onlara yaslanan siyasetçiler değil. Onlar, içinde bulundukları çamurda debelenmeye devam etsinler..
…
Hükümete oy verdiği halde şikayet edenlerden bahsedeceğiz ki, bu insanlar destek verdikleri siyasetçileri eleştirmekte haklıdır. Çünkü vekaleti veren onlardır hükümete…
Kıt kanaat geçinip oğlunu okutan bir baba düşünün, devleti yönetenlerden ne ister? Oğluna devlet bir iş versin ki hem geçimini idame ettirsin hem de devletine, milletine hizmet etsin ve baba da bu mutlu olsun. Bu çocuğun işe girebilmesi için adaletli bir derecelendirme, eşit muamele ve liyakat esaslı bir sistem gerekir. Komşunun başarısız, liyakatsiz ve hatta haşarı oğlu kendi oğlu işşiz gezerken en güzel mevkide işe başlarsa bu baba hükümete küser. Nasip değilmiş der belki, yine seçim olsa yine eli başka partiye oy vermeye gitmez, ama gönül kırgınlığı kolay geçmez…
Bir başka baba düşünün, bu hükümet kendisine makam vermiş, makam arabasıyla işe gidip geliyor ve paralı okullarda okuttuğu hayatın zorluklarına neredeyse hiç şahit olmamış oğlunu, okulu bitirir bitirmez devletin en güzel kademelerinde gerekirse eşini dostunu da araya sokarak işe yerleştiriyor. Kızını da, damadını da hatta gelinini, yeğenini de devletin kadrolarına birer birer yerleştiren babamız, akşam balkonda ayaklarını köserek çayını yudumlarken aşağıda kerpiç evde çorbaya kaşık sallayan garibanın halinden anlar mı?
Yukarıda saydığım her iki tip baba da giderek çoğalmakta, gariban baba artık umudunu kaybetmeye doğru yol alırken, hükümetin her türlü nimetlerinden faydalanan makam sahibi baba ise haberleri izlerken hükümetin yanlışlarını saymaktan geri durmaz. Seçim yaklaşırken muhalefetin kazanacağına inanırsa makam sahibi babamız makas değiştirmeyi de dener, giden ağam gelen paşam deyiverir…
Olan hep garibana olur…
AK Parti hükümete gediğinden bu yana pek çok güzel iş yaptı, saymakla bitiremeyiz. Ancak unuttuğu bir şey var, insanlara dokunmak. Bunu da yanlış anladı çoğu siyasetçi maalesef. Çarşıda pazarda gezip halini hatırını sorarak insanların gönlünün alındığı sanılıyor. Tamamen yok saymıyoruz bu da bişeydir, ama kuru hatır sormakla olmuyor. İşletmesi aylardır kapalı, çocuğu işsiz ve morali bozuk adamın elini sıkıp beş on saniye hatırını sorup cevabını bile duymadan çekip gitmek yetmez! İnsanlara dokunmak böyle olmaz, onların sıkıntılarını dinlemek ve anında çareler üretmek gerek. Bu da pansumandır, esas çözüm, kökten ve acil harekete geçip şuanda bir makamda bulunanların birinci derecede akrabalarının devlete nasıl girdiği araştırılmalı, sorumluları cezalandırılmalı ve bu işlerin son bulduğuna dair insanlar inandırılmalıdır. Çünkü işsizlik en büyük sorundur ve adaletle çare aranmalıdır.
Sistem adaletli olsun yeter ki ‘soğan ekmek yemeye razı olur’ insanımız. Ama adalet, hadi inanın demekle inanılacak bir şey değildir…
Muhalefet AK Parti’nin kadrolaştığını iddia ediyor ya, işin aslı öyle değil! Hakikaten AK Parti sayesinde genel müdür, daire başkanı vb makamlara gelmiş kişilerin ve onların yancılarının kadrolara çocuklarını ve tanıdıklarını doldurması dışarıdan bakınca kadrolaşma olarak görülebilir. Biz biliyoruz ki bu bir kadrolaşma değil, kokuşmadır! Devlet kadroları kokuştuğunda geri dönülmez bir yola girilir…
Kokuşma bir yerde başlarsa her yere yayılır ki, bakanlıklarımız, üniversitelerimiz, belediyelerimiz, odalarımız, aklınıza gelebilecek her yer kokudan girilmez hale gelir. Kadroyu alan almıştır, hükümet değişse ne gam, işine maaşına bakar geçer gider de sen kafa yorarsın yanlışı nerede yaptık diye…