Hüseyin ÜZÜLMEZ

Bu haftaki konuğumuz Konya’mızın gündemini takip etsin etmesin her kesimin çok iyi tanıdığı, bildiği, rast gelmeyenlerin ise ismini duyunca tanıyıverdiği Hüseyin Üzülmez.

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

1930’ların Konya’sında Devecioğulları lakabı ile tanınan daha sonraki yıllarda dülgerlik, çiftçilik ve ipekböcekçiliği yapan; soyadı kanunu ile Üzülmez soyadını alan ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi… Ama o çocukluk yıllarından itibaren ruhundaki liderlik vasfı ile öğrencilik yaşamında hep görev adamı olan bugün ise pek çok alanda başarılı yönetici kimliği ile özellikle ekonomi dünyasına damgasını vuran bir isim:

 

Hüseyin ÜZÜLMEZ

 

Bu haftaki konuğumuz Konya’mızın gündemini takip etsin etmesin her kesimin çok iyi tanıdığı, bildiği, rast gelmeyenlerin ise ismini duyunca tanıyıverdiği Hüseyin Üzülmez.

 

Hüseyin Üzülmez’in bugün kartvizitinde taşıdığı onca kimliğin yanı sıra en bilindik yönü Konya Ticaret Odası Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkan Yardımcısı olması. Ama yine de isterseniz biz Sayın başkanın birkaç görevini daha sizlere açmaya çalışalım. İslam Ülkeleri Odalar Birliği Başkan Vekili, TOBEV kurucusu ve yönetim kurulu üyesi, TOBB ETÜ (Üniversite mütevelli heyeti üyesi), İslam Ülkeleri Ekonomi Vakfı Kurucusu, SODEV Kurucusu, Kimsesiz Çocukları Koruma Vakfı Kurucusu, MÜSİAD Kurucu Başkanı, GAZNET’in Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı, TOBB Gümrük İşleri AŞ Yönetim Kurulu Üyesi, TOBB Fuar Komisyonu Başkanı, TOBB Vergi Komisyonu Başkanı, DEYİK Dış İlişkiler Kurulu Denetleme Kurulu Başkanı, TOBB TİM Denetleme Kurulu Başkanı ve KTO Sağlık ve Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı…

 

O SERT GÖRÜNTÜSÜ ALTINDA YATAN YUFKA BİR YÜREK VAR

Hüseyin Üzülmez’i yakından tanımayan insanlar için o hep sert, acımasız, taviz vermeyen, hatta kendisine yapılan kötülükleri hiç mi hiç unutmayan büyük idealleri bulunan bir insan görüntüsü verir. Ama onu biraz tanısanız o görüntüsünün altında son derece duygusal, yufka yürekli, özellikle de insanların her ne pahasına olursa olsun ezilmesi, haksızlığa uğraması karşısında derinden etkilenen isim var.

 

5 MART 1955 GÜNÜ…

Hüseyin Üzülmez, 5 Mart 1955’te yine bugün kendi evinin olduğu aynı mahallenin aynı sokağında dünyaya gözlerini açar. Hüseyin; baba H.Hüseyin ve anne Rabişe’nin dokuz çocuğundan birisidir. Ama ailede dünyaya gelen bu yeni yavrunun tatlı, heyecanlı mutluluğu yaşanmaktadır. İlerleyen yıllarda minik Hüseyin kardeşleri Abdullah, Havva, Mustafa, Saliha, Kerim, Ahmet, Hüseyin, Sami ve Seyit Ali ile Meram bağlarında mutlu, güzel, hayat dolu bir çocukluk yaşayacaktır. O mutlu güzel çocukluk yıllarını sohbetimiz sırasında adeta yeniden yaşayan Sayın Başkan biricik babasını 1982 yılının Aralık ayında kaybeder. Ama annesinin ve babasının hiçbir sözünü bugüne kadar iki etmediğini, hep onların dediğini yaptığını, onların duasını aldığını ve bundan da zarar görmediğini söyleyerek,‘Bugün bile annem ne derse onu yaparım. Anacığımı hiç kırmam, üzmem, onun bir dediğini iki etmem.’ diyor.

 

1930’ LU YILLARDA DEVECİOĞULLARI AİLESİ

Üzülmez ailesi 1930’ların Konya’sında ‘Devecioğulları’ diye bilinmektedir. Baba Hüseyin bir süre dülgerlik yaptıktan sonra uzun yıllar Meram’da çiftçilik yapacaktır. Bugün Krom Magnezit Fabrikası’nın alt kısımları, ordu çeşmesinin üstünde kalan yaklaşık 1500-2000 dönüm arazi bu aileye aittir. Burada kendilerine ait üzüm bağlarında suyun da bol olması ile sebzecilik yapacaklar, ayrıca kendilerine yetecek kadar da buğday ekeceklerdir. Ama aile bütün bundan önce bu geniş ve verimli arazide ipek böcekçiliği yapmıştır. Yine Hüseyin Üzülmez’in ifadesi ile bölgeye Dutlu kırı ismi de bu nedenle verilmiştir. Bu alanların dedesine ait olduğunu gösteren tapulu devlet-i hakanisi bile vardır

 

DEDE KARA MUSTAFA ÇANAKKALE’DE ŞEHİT DÜŞER

Sohbetimiz sırasında Sayın Başkan kâh neşelenmekte kâh çok derinlere eskilere gitmekte, efkârlanmaktadır. Dedesinden söz ederken de yine nargilesinden biraz da efkârlı bir şekilde nefes çeker ve başlar anlatmaya:

“Dedem Çanakkale’de şehit olmuş. Babam 6 yaşında iken babasını Çanakkale’ye uğurlamış. Ondan sonra da bir daha görmemiş. Babasını o çocuk haliyle hayal meyal en son hatırlayışını bizlere anlatırken “Bir atın sırtındaydı. Büyük bir kalabalık neşe içerisinde onu dualarla uğurluyordu.” Cephede bir Gödeneli ile ahitleşmiş. Gödeneli arkadaşı Çanakkale harbinden dönmüş ve bir süre bizim yanımızda çalışmış. Sık sık dedemden bahsederken de ‘Kara Mustafa’nın bana tirit sözü vardı. Birlikte tirit yiyecektik’ dermiş.”

 

HASAN ÇAVUŞ’UN KOZAĞAÇTAKİ ARAZİLERİ

Bizim arazilerimiz çoktu. Hatıp altı diye bilinen şimdiki Kozağaç parkının olduğu yerde de annemin dedesinin yaklaşık 50 bin metrekarelik yeri var. Anne dedemin adı Hasan Çavuştur. Mezar taşında da “Derviş Ahmetoğullarının Hasan Çavuş” yazar. Hasan Çavuş da 1986 da vefat etti. 

 

1954’LÜ YILLARDA…

Bir de pancar tarlalarımız vardı. 54-56’lı yıllarda babam Şeker Fabrikası’na pancar götürürdü. Daha sonra da babamın eve 3-5 torba şeker getirdiğini hatırlıyorum. Babam aynı zamanda Şeker Pancarı Kooperatifinin kurucularından idi. Oradaki görevinden ya da pancar götürdüğü için her pancar götürüşünden sonra eve şeker getirirdi. Bunu niye alırdı hala bilmiyorum.

 

AMCAM VELİ HOCA İZMİR’E İLK GİREN ASKERLERDENMİŞ

Okumayı çok severdim. Amcamın kitapları çok fazlaydı ve bu kitaplar beni çok fazla etkiledi. Amcam Konya’da veli hoca diye bilinir. “Veli Üzülmez” idi. Konya’da medrese eğitimini çok iyi derecede almış sayılı insanlardandı. Amcamın yaşı çok küçük olduğu için Kurtuluş Savaşı’nda geri planda görev almış; Haymana ve Polatlı üzerinden cepheye buğday taşımada görev almış. Amcam Veli Hoca o yılları anlatırken daha sonra askerliği sırasında da İzmir’e ilk giren kuvvetlerin içinde olduğunu söyler ve “Biz İzmir’e girdiğimiz zaman şehir cayır cayır yanıyordu, her yerde ateş ve dumanlar vardı” derdi. Amcam bize devamlı kitap okur destanlar anlatırdı. Osmanlıdan söz ederdi. Okuduğu kitaplardan çok etkilendiklerim Şahmeran, Battal Gazi, Ferhat ile Şirin’di.

 

BABAM 36 AY ASKERLİK YAPMIŞ

Babamın da çok iyi tarih bilgisi vardı. O da sürekli tarih okurdu. O yıllarda hatırlıyorum birçok insan evimize gelir, tarihi sohbetler yapılırdı. Evimize gelip babamı dinleyenler arasında ilkokul öğretmenimiz de vardı; babamın bize anlattıkları savaş yılları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve çekilen sıkıntılar ile o korkunç kıtlık yılları idi. Babam da o dönemde 36 ay askerlik yapmış hatta normal askerlik dönemini bitirdikten sonra tekrar askerliğe çağırılmış. İki yıla yaklaşık süre de Manisa’da görev yapmış. Babam askerlik dönüşü aradan geçen 40 yıla rağmen bize hala nif çayını, Manisa tarzanını, Alaşehir’i anlatır. Manisa’nın sıcağını tarif ederken de ‘Sıcak, adamı karga gibi soluturdu’ derdi. Babam çok iyi Osmanlı ve Türkçe okuryazardı. Babam Zonguldak Çaycuma’da da askerlik yapmış ve 26 jandarma erine bir karakolda komutanlık etmiş. O zamanlarda jandarmalar altın alırmış. Babam karakolda ortak mutfak kurmuş, ortak kazan kaynatmışlar ve askerlik dönüşü para ile dönmüş. Tam 120 altın lira ile dönmüş.

 

1931’DEKİ YOKLUK, YOKSULLUK VE İŞSİZLİK YILLARI

Askerliği bitirdikten sonrada Zonguldak’tan vapura binmiş direkt İstanbul’a gitmiş. İstanbul’a iner inmez Sirkeci’de bilmem ne palasa yerleşmiş.8 gün bu palasta kalmış. Kendisine İngiliz kumaşından bir takım elbise diktirmiş. Daha sonra İstanbul’dan Konya’ya trenle gelmiş. Tren garına inmiş ve eve gelmek için bir faytona binmiş. O sırada silo yeni yapılıyormuş. Bir şey babamın dikkatini çekmiş; silo yapımında yaklaşık 200-300 kişi çalışıyormuş ama alandaki ağaçların altında da bir o kadar insan yani yaklaşık 200-300 adam gölgelerde yatıyorlarmış. Babam merak etmiş ve faytoncuya bu adamların ne beklediğini sormuş. Faytoncuda, “Bunlar işçi, amele. İş bekliyorlar, burada yatıyorlar acaba yarın da bize iş var mı, bizi de işe alırlar mı diye bekliyorlar” demiş ve o günlerde bir işçinin yevmiyesi 1 mecit imiş. Yıl 1931. Eski Meram’da babam yolun ağzında faytonu durdurmuş ve orada faytondan inmiş. Amcam mescidin dibinde bir komşu ile gölgede oturuyormuş. Komşusunun üzerindeki elbisede 40 yama üstüne yama varmış. Bunları hatırladıkça hep 2001 krizini hatırlarım

 

SENİN EN GÜZEL YERİN KAHVERENGİ GÖZLERİN

Hüseyin Üzülmez söyleşimiz sırasında tam ekonomik verilere giriyordu ki yan tarafımızda işlemeli antika tahta dolabın üzerinde duran antika radyodan yükselen ‘Senin en güzel yerin kahverengi gözlerin’ sözleri Başkanın kafasındaki o derin bulutları birden dağıtıverdi. Radyodaki sese uyarak bir iki mısra söyledikten sonra çayından bir yudum alıp nargilenin marpucunu ağzına götürürken de,  ‘En çok sevdiğim şarkılardan birisidir bu. Kara tren türküsünü de çok severim. Belki dayım makinist olduğu içindir. Ayrıca ‘Dert bende derman sende, Aşk bende ferman sende’ ve ‘Yemen türküsü’ benim için çok anlamlıdır’ der.

 

DURUNDAY MESCİDİNDE BAŞLAYAN İLKOKUL YILLARI

İlkokula ilk üç yıl Durunday mescidinde gittim. Mescit kapatılınca 4. ve 5. sınıfları Lalebahçe İlkokulu’nda okudum. Daha sonra İmam Hatip Lisesi’ne gittim ama 6. sınıfta Afyon İmam Hatip Lisesi’ne nakil oldum. Mesela bu yıl imam hatip lisesinden mezun olduktan tam 30 yıl aradan sonra Ağustos 2006’da Konya mezunlarını topladım ama ben Afyon mezunuyum.

 

İLKOKULDA İKEN 8–9 YAŞINDA

GAZOZ SATMAYA BAŞLADIM

Bugün ticaretin iş dünyasının zirvesindeki isim ilk ticaretini, alış verişini ise ilk okul çağlarında 8–9 yaşında yapmaya başladığını söyleyerek şunları kaydediyor: İlkokulda okurken babamın kunduracılar içindeki dükkanının önünde buzların içerisinde gazoz satardım. O zamanlar 8–9 yaşındaydım. Daha sonraki yıllarda amcamın oğlu ile pazarcılık yaptım. Ticaret Lisesi’nin idari girişinin sağ tarafı bizimdi, burada çok Hadim şeftalisi sattım. Ankara’da üniversite öğrencisi iken Demet Pazarı’nda, Yeni Mahalle Pazarı’nda limon sattım. Bir hafta pazarda çalışır 6 haftalık harçlığımı çıkartırdım.  

 

İMAM HATİP’TE RIFKI BAYKUL HOCAYI ÇILDIRTTIĞI AN

Bu bölüm Sayın Üzülmez’ in ‘Yazılmasın ama ben sana anlatayım da bak nasıl bir öğrenci idik’ dediği bölüm. Kendileri yazılmazsın dedi ama ben dayanamayarak yine kendisinin engin anlayışına sığınarak bu anıyı sizlerle paylaşıyorum.

Hasan Oğuz ile Ali İyiçınar sıra arkadaşımdı. Ben bu ikisinin ortasında otururdum. Aslında sınıfın haylaz öğrencilerinden birisiydim. Bir hocamız vardı. Rıfkı Baykul. Bir gün ders yaparken yine haylazlığım tuttu. Ve elimdeki kalemi oyun olsun diye tak diye kara tahtaya attım. Sınıfta bir gürültü koptu. Hoca sınıfa baktı. Herkes gülerken ben birden ciddileştim. Hoca kibarca kalemi aldı masanın üstüne koydu. Sonra bir kalem daha aldım bunu da tahtaya attım. Herkes gülüyordu. Hoca bizim tarafa doğru geliyordu, ben yine birden ciddileştim hoca yanımıza geldi ve ayağındaki mestin lastiğini çıkartıp Ali İyiçınar’a vuruverdi. Oysa Ali sınıfın en uslusuydu.  Ders devam ederken yine bir kalem attım. Hoca çok sinirlenmişti, yine Ali’nin üstüne geldi ayağından lastiği çıkarttı ve mestiyle Ali’nin omzuna bir tekme attı. Ali o zaman bir şey demedi ama hala bana o günü hatırlatır. Ben de kendisi ile helalleşirim. (Bu anıyı anlatırken ayağa kalkıyor durumu tarif ediyor ve karşılıklı olarak kahkahalar atıyoruz.)

 

BEN HEP SINIF BAŞKANI OLURDUM

Okul anısı deyince Sayın Üzülmez bir okul anısını daha anlatır:

İmam Hatip Lisesi’nde falan hep sınıf başkanı oldum. Aslında önce İmam Hatip öğrencisinin profilini çıkartmak gerekir. Burada üç tip öğrenci vardır. Birincisi parasız yatılı gelen öğrenciler, ikincisi köyden kasabadan gelen ama evlerde yurtlarda kalan öğrenciler, üçüncüsü ise bizim gibi sayısı az da olsa esnaf çocuğu olan öğrenciler. Mesela Ahmet Toksözlü, Cüneyt Belviranlı, Celalettin Kaymakzade, Silleli İbrahim Şahin benim gibi esnaf çocuğu olanlardı. Biz şehir çocukları diğer arkadaşlara göre biraz haylazdık. Okullar açılır biz derse girmez Alaaddin Tepesine kaçar, orada Teksas Tommiks okurduk.. İki hafta sonra okula gitmeye başlardık. O zaman da bütün sınıfların başkanları seçilmiş olurdu. Ben sınıfa girer masaya elimi koyar ‘Başkan benim var mı itirazı olan?’ derdim kimse de itiraz etmez ve sınıf başkanı olurdum.

 

GENÇ İDEALİST ÜZÜLMEZ İKİ ÜNİVERSİTE BİTİRİR

Hüseyin Üzülmez, İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra önce Ankara Ticari İlimler Akademisi’ni daha sora da Sevk ve İdare Yüksek Okulu’nu başarı ile bitirerek mezun olur…

 

ÖĞRENCİ OLAYLARINDA MTTB’DE HİZMET VERDİM

Üniversite yıllarında öğrenci olayları vardı. Biz sağ ve sol olaylarından çok cemaat işleriyle uğraşırdık. Ben hep Milli Türk Talebe Birliği’nde çalıştım. 1978’de mezun oldum. 1977 Ekim’inden 1978 Mayıs’ına kadar İmar İskân Bakanlığı’nda çalıştım.

 

RECAİ KUTAN BAKAN İKEN MÜSTEŞARIN

ÖZEL KALEM MÜDÜRÜ İDİM

İlk 4 ay müsteşar özel kalemi idim daha sonra Niğde İl İmar Müdürlüğünde çalıştım. O zaman Orhan Batı müsteşar idi. Recai Kutan da bakandı. CHP o dönemde 10 vekili ayarladı, hükümet düştü. Bağımsız Malatya milletvekili Bakan oldu. Ben sözleşmeliydim; bana kadroya gireceksin diye baskı yapmaya başladılar. Tazminatımı verin ayrılayım, dedim ona da razı olmadılar.

 

Daha sonra bana sen imzala seni 15 gün içinde başka yere alacağız, dediler inanmadım. Ama daha sonra arkadaşların baskısı ile imzaladım. Bu kez dilekçeme müsteşarın imzası ile isteğinin reddine diye bir kâğıt geldi. Bunu hala saklarım. Ama ‘tazminatının ödenmesine’ diyordu.  O zamanlarda Niğde İl müdürü bin 400 lira alırdı ben de bin 450 lira filan alırdım. 1978’de tazminat olarak 7-8 bin lira aldım bir cumhuriyet altını 600-800 lira ise bugünün parası ile 8-10 milyar lira para aldım tabii ki az para idi. Daha sonra AP hükümeti geldi. Turgut Toker bakan idi. Tekrar işe girmek için müracaat ettim. Konya, Afyon ve Ankara’yı istedim. Hatta teşvik uygulamaları bölümünü istedim ki orası gaymaklı yerdi. O zaman Ekrem Pakdemirli vardı. Ama birden 12 Eylül oldu ve bizim iş de hayal oldu.

 

İSTANBUL’U BIRAKIP KONYA’ YA GELDİM

İstanbul’a gittim. Önce gıda işi ile uğraştım. Bu arada inşaat işine de başladım. Ama inşaat işini 1981’in 9. ayında bıraktım. Babam gırtlak kanseri olmuştu. Hem babam hem de abim sürekli olarak benim Konya’ya gelmemi istiyorlardı. Konya’ya geldim. Agâh iş hanında 12 metrekarelik bir yer tuttum. Burada mali müşavirliğe başladım. Bilgi birikimimi burada gösterdim. 2-3 yıl içinde kendimi ispatladım, çok başarılı oldum. 1984’te Konaltaş İş Hanı’na geçtim. Hüseyin Menekşe ve Mustafa Soydemir’in burada büroları vardı, onlar daha sonra ayrıldılar.1985’e kadar burada kaldım, 1986 başında bu işi de bıraktım; boya vernik mobilya boyaları işine girdim. 1990’da da büroyu arkadaşlara devrettim. O yıl sunta kereste işine girdim, bu işi biraz daha büyüttüm.

 

KTO SEÇİMLERİNDE KENDİMİ

HURDACILAR LİSTESİNDE BULDUM

1992 Mart’ında rahmetli Hasan Kulu ve İhsan Ekinalan büroya geldiler. KTO’nun seçimi var liste yapalım dediler. Keresteciler, mobilyacılar, orman ürünlerinden liste yap dediler. Peki dedim çalıştım… Listeler bir açıklandı ben kendimi hurdacıların listesinde buldum. Hurdacılar hırdavatçılar listesinde çalışmaya başladım. Salih Yanık o zaman Selçuklu ilçe başkanı idi. O zamanlar da muzır yayınlar gündemde idi bana hep ‘sen poşetlenecek adamsın’ derdi. Park otele filan yemeğe gittik.10 gün kala listemizi yapabildik çünkü ismini yazacak kimseyi bulamıyorduk. Karşımızda da Mithat Koçak vardı.

 

RAHİM ÖZKAYMAK: SENİ ORADAN SEÇİME SOKMAK İLE

HATA YAPTIK BİR DEĞİL İKİ GRUBU BİRDEN KAYBETTİK

Biz seçimi kazandık, o zaman Rahim Özkaymak başkan idi. Bana ‘biz seni oradan seçime sokmak ile hata ettik iki grubu birden kaybettik’ dedi. Meclise girdik. Grup sözcüsü oldum. 1, 1.5 yıl hiçbir şeye karışmadım. Ama bir bütçe bile 14 saatte geçmeye başladı. Seçime bir yıl kala plan program yapmaya başladık.  Meclis üyeleri ile MÜSİAD’da toplanıyorduk. Geçenlerde Zeki Sayıcı abi geldi ‘Seninle iftihar ediyorum. TOBB seçimlerine eskiden Konyalılar olarak nasıl listeye gireceğiz diye uğraşırdık bak şimdi Konyalılar listeleri hazırlıyor’ deyiverdi.

 

DURMADAN SEYAHAT EDİYORUM

AMA SEYAHATTEN ZEVK ALMIYORUM

Anormal bir tempoda ticaret, protokol, siyaset trafiğinde nefes almadan koşturan Sayın Üzülmez bu yoğunluk içerisinde seyahat etmekten zevk almadığını ifade ediyor. “Ama spor yapmak, yüzmek, yürümek, dağa çıkmak beni rahatlatıyor” derken “Bunu en iyi Halit Tunç bilir Loras Dağını ona sorun” deyip yine kahkahayı patlatıveriyordu.

 

İMAM HATİPLİ OLDUĞUMU NAMAZ KILDIĞIMI

HİÇ BİR ZAMAN SAKLAMADIM

Türkiye’de hızla değişen siyasi platform ülkenin geleceği ve de özellikle iş dünyasına gelirken Başkan Üzülmez bir ülkenin en çok tartışılan İmam Hatipli olma meselesine sinirleniyor ve  “Bugüne kadar her yerde, her zaman, her platformda yüksek sesle İmam Hatipli olduğumu söyledim ve bundan da gurur duydum. Yine bugüne gelinceye kadar hep namaz kıldığımı söyledim ve de kıldım. Bunlar saklanacak özellikler değil aslında gurur duyulacak özelliklerdir. Ama birileri yanlış yaptı” diyordu.