-Kederi, Kadere İmanla Yenmek-
Bizim kültürümüz, İslam temellidir. Kültürel alanlarımızın temelini büyük ölçüde ayet ve hadisler oluşturur. Ve bizim kültürümüzde hüzün, neşeye dönüşür. Nasıl mı, açıklayalım.
Bir kere bizde hiç bir şartta hayattan kopma, dünyadan el etek çekip hayata küsme yoktur. Ruhbanlık olmadığı gibi, en olumsuz şartlarda bile intihara izin verilmemiştir. Sebepler ne olursa olsun insanın kendi canına kıyması büyük günahtır.
Bizde ibadet, neşeye dönüşür. Müslüman, ibadetlerini içtenlikle ve iç huzur içerisinde yapar. Onun için ibadetler ona zor gelmez. Zira İslam, yaşayanlara koy gelir. Doğrusu namaz zorlu bir ibadettir, ancak içtenlikle onu kılanlara değil! (2/45) Cuma namazı başta olmak üzere, beş vakit namazlar, teravih namazları cemaatle eda edilerek bizde adeta festivale dönüşür. İftar-sahur sofraları ve teravih namazlarıyla oruç da öyle. Hac ibadeti ve bayramlar da öyle. İnsanların birbiriyle buluştuğu, kaynaştığı, paylaştığı, dertleştiği fırsatlardır bütün bunlar.
Müslümanın hayatında, tüm karanlıklarına rağmen gecenin ayrı bir güzelliği ve neşesi vardır. Gerçekten gece neşvesi, çok daha dokunaklı ve söz söyleme bakımından daha etkilidir.(73/6) Değerlendirebilirsek hayatımızdaki karanlık gibi gözüken ânlarda da ayrı bir güzellik vardır. Belki de onlar bizim, sevaplara nail olacağımız en önemli fırsatlardır.
Bizim fıkralarımız, eğlendirirken dinlendirir ve hem de mesajlar verir. Ramazan manilerinde, masallarda, tekerlemelerde, Karagöz-Hacivat diyaloglarında bile sayısız hikmetler vardır. Çünkü sırf insanlar gülsün diye konuşmak kişiye günah olarak yeter! Bizde eğlendirirken düşündürmek ve mesaj vermektir esas olan. Sözgelimi Ramazan’da cami minarelerine asılarak şehirlerimizi süsleyen mahyalar, günlerce hazırlanır, bunun için masraflar yapılır. Ancak sonuçta mahyalar vasıtasıyla en etkili, en hikmetli mesajlar verilir şehir insanına.
Düğün ve derneklerimiz besmele ile kurulur, dualarla sona erer. Çünkü peygamberimiz, nikahı mescidlerde ilan ediniz buyurarak düğünün mescitte başlatılmasının ister. Yani Allah’ın emri peygamberin kavliyle nikah merasimlerinden sonra, cami merkezli bir düğünle dünya evine girer bizim insanımız.
Bütün toplantılara besmele ile başlamak ve onları dua ile bitirmek esastır. Zira Allah anılmadan yapılan bir toplantıdan ayrılan kimse, eşek leşinden ayrılmış gibidir.
Tebessüm esastır. Peygamberler bile tebessüm etmiştir. Ancak ölçüsüz gülmeler, kahkahalar hoş karşılanmamıştır. Çünkü çok gülmek, kalbi öldürür.
Her canlı için kaçınılmaz son olan ölüm, bizde Dosta kavuşma olarak algılanmış ve düğün gecesine (Şeb-i Arûs) dönmüştür. Bu yüzden Müslüman, dünyaya saplanıp kalmamak ve ölüm sonrası hayata hazırlanmak adına ölümü çokça hatırlar, ölümü düşünür, asla ölümden korkmaz. Zaten ölümden korkmanın ve kaçmanın kimseye bir faydası yoktur.
Şartlar gerektirdiğinde cepheye gitmek, şahadete ve cennete koşmaktır bizde. Bunun için askere gidenler kınalar yakılarak ve davullar eşliğinde uğurlanır. Allah yolunda elde edilecek olan şehitlik ve gazilik, şu dünyada kazanılabilecek en büyük iki rütbedir.
Kaza ve belalar, tam bir teslimiyet ve sabırla karşılanır. Çünkü Asıl sabır, belanın ilk çarptığı anda gösterilendir. Müslüman, kul olarak tedbirini alır, sonra Allah’a güvenir ve başına gelen her musibetten dolayı sevaba nail olacağına inanır. Onun musibetler karşısındaki sloganı Biz Allah’a aidiz, O’ndan geldik, Ona döneciğiz(2/156) duasıdır. Bu da geçer Ya Hû, Olan her şeyde hayır vardır, Kadere inanan kederden emin olur, Şer gördüğümüzde hayır vardır, O’ndan gelen her şey hoştur, Hoş gör, gibi cümleler bizim kültürel hayatımızın vazgeçilmez tablolarıdır. Onun için hastalık, kıtık, darlık, ölüm gibi şeyler müslümanın hep hayra yorduğu, hep hayır gördüğü, sonucunda hep hayır-sevap beklediği şeylerdir.
Biz Müslümanlar, şu dünyada en rahat olduğumuz anlarda bile, gerçek rahatın cennette olduğunu düşünür, cennet ümidi ile kendimizi asıl rahat-huzur ve konfor yurduna hazırlarız. Çünkü biz biliriz ki bu dünyada gerçek ve kalıcı anlamda rahat yoktur.
Ne güzel buyurmuş Sözün Sultanı! Şaşılır müminin haline, onun her hali hayırdır. Zira o, nimete erer şükreder sevap kazanır; sıkıntıya düşer sabreder yine sevap kazanır.