HUZUR ROMANI’NDA KEMALE EREN MODERN İNSAN
Milli mücadelenin başlamasıyla birlikte aydınlarımız, ferdi felsefî düşünceleri bir kenara bırakarak, mesleklerini ve yazma/düşünme kabiliyetlerini bu mücadelenin içine dahil ederek, çorbada tuz bulunsun kabilinden, sanatlarını ve düşüncelerini –olması gerektiği gibi- bu mücadelenin emrine verdiler. Bu aydınların başında bizzat Ankara’ya giderek mücadeleye yerinde dahil olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edib Adıvar gelir. Cumhuriyet sonrası nesiller bu yazarlarımızdan Milli Mücadeleyi öğrenme adına, yine o dönemin zorluklarını anlama ve nasıl o günlerden bu günlere gelindiğini kavrayabilme adına, onlara çok şey borçludurlar.
Yakup Kadri’nin gençlik hatıralarını ve bulunduğu Edebî muhiti anlatan hatıra kitabı “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” isimli kitabıyla, mücadeleye katılmak için yaptığı yolculuktaki yol mülahazaları ile sonrasını anlattığı “Vatan Yolunda” isimli kitapları okunduğu takdirde, Cumhuriyet aydınının fertten toplumsala giden düşünce macerasının panoramasını görmek mümkündür. Tabi o dönemki bütün aydınlarımız için olmasa da genelde bu böyledir.
Dolayısıyla büyük bir mücadelenin içinde kendini bulan aydınımız bir “aydın halk kaynaşması içinde” toplumsal sorunları ve büyük toplumsal mücadeleyi anlatan eserler kaleme almışlardır.
Milli mücadele sona erip de yeni bir devlet ve rejimin kurulma safhasında ise bu sefer sanatçılarımız sanatlarını – tabi yine olması gerektiği şekilde- yeniliklerin toplumda yer edinmesi için bir nevi kitlesel eğitimin emrine vermişlerdir.(1)
Ancak bu çabalar ve çalışmalar yeni bir problemi doğurur. Getirilen yenilikleri tam olarak özümseyemeyen halk Doğu ve Batı arasında kalır. Bu yüzden ortaya ne tam doğulu olabilmiş ne batılılaşabilmiş bir hilkat garibesi insan tipi çıkar… Bu yüzden devrin aydınları bir yeniliği zihni boyutta oturtmaya çalışırken bir başka yerden patlak veren bu mevzua yönelir. Anlayacağınız sanat bir süre daha “halka hizmet et-“ ecektir…
Hemen eller kollar sıvanır bir türlü aslî vazifesine dönemeyen sanat bu arada kalmış tipleri, ya analiz ederek yahut da karikatürize ederek işlemeye başlar torna tezgahına dönen tezgahında…
Tanzimat’tan bu yana işlenilen problemli bir tipin yanında bir de idealize edilmiş bir tip konulur. Bu âdet Cumhuriyet döneminde de devam eder. Cumhuriyet tarihinde bunu ilk yapan da Ahmet Hamdi Tanpınar olacaktır. Tanpınar’a kadar iki şey değişmeden gelir. Birincisi Cumhuriyet kurulduğundan bu yana var olan tiplerin yanında tam anlamıyla olması gereken Cumhuriyet insanı yokluğu. İkincisi de her yenilik hamlesinde ahlaki endişenin yumuşak karnı olan “O bozulursa bütün bir cemiyet bozulur” endişesiyle eserlerde kritiğe tabi tutulan kadının konumu.(HAŞİYE) Bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz…
(1) Biz bu durumun prototipini Tanzimat aydınlarından Ahmet Mithat Efendi’de görürüz.
(HAŞİYE) O dönemde yerli aydınımız bu endişesinde son derece haklıdır. Zira teknolojik gelişmelerin ve yeniliğin hız kazandığı bir çağda; dizilerde, mide bulandıran magazin programlarında ve özellikle kadın programlarında kadının etrafında önümüze sürülen hayatın korkutuculuğu, bugün deTanzimat aydınlarını ister istemez haklı çıkarıyor.