Hz. Mevlana ve Sille Platformu

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Selçuklular döneminde Hz. Mevlânâ, zaman zaman Sille’ye giderek Akmanastır’da bulunan Hıristiyan din adamlarıyla çeşitli söyleşilere katılır. Mevlânâ’nın gerçekleştirdiği Müslüman-Hıristiyan diyalogu örnekleri, hiç kuşkusuz o dönemde yaşanan dinler arası hoşgörünün çok güzel bir modelini oluşturur. Akmanastırın yaşlı baş papazı devrin en büyük Hıristiyan bilginidir. Eflâkî “Menâkibu’l-Ârifîn” adlı eserinde yazdığına göre, “Deyr-i Eflatun”un (Eflatun Manastırı) başpapazı, bütün papazların ileri gelenlerinden yaşlı ve engin bilgili bir adamdır. Hıristiyan halk, İstanbul, Frenk, Sis, Canik ve daha başka vilâyetlerden dinî sorunlarını çözmek için ona gelir, ondan din ahkâmını öğrenirlerdi. İşte bu başpapazın anlattığına göre Mevlânâ bir gün Takkeli dağın eteğinde bulunan bu Deyr-i Eflatun manastırına gelir. Orada bulunan mağarada soğuk su da çıkar. Mevlânâ, mağaranın dibine kadar gider. Başpapaz diyor ki, ben de mağaranın dışında durdum. Ne olacak diye bakıyordum. Mevlânâ yedi gün yedi gece o soğuk su içerisinde oturdu. Ondan sonra kendinden geçmiş bir halde dışarı çıkıp yola koyuldu. Gerçekten onun mübarek vücudunda hiçbir değişiklik olmamıştı.” Bu manastırın suyunu temin eden, aynı zamanda, içinde Mevlânâ’nın yedi gün, yedi gece kalması ile İslam tasavvufuna da girmiş bulunan kutsal su haznesi geleneği, sembolik anlamda ayrı bir öneme sahiptir.

Yine Eflâkî, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi ile ilgili olarak Akmanastır hakkında şu rivâyeti aktarır:
“Deyr-i Eflatun manastırında birçok fenleri bilen yaşlı hakîm (filozof) bir rahip vardı. Arkadaşlar, gezmek için oraya her geldiklerinde, bu rahip onlara türlü hizmetlerde bulunurdu. Ârif Çelebi’yi de çok severdi. Bir gün Çelebi’nin arkadaşları, papaza: “Mevlânâ’yı nasıl gördün ve nasıl bildin?” diye bir soru sorarlar. Bu soruya Rahibin verdiği cevap şöyledir: “Siz onun kim olduğunu ne biliyorsunuz? Ben ondan sayısız kerametler görmüş ve onun candan bir taraftarı olmuşum. Geçmiş peygamberlerin hayatlarını İncil’de ve onların kitaplarında okumuştum. Hepsini onun mübarek zatında müşahede ettim. Yine birgün burayı şereflendirmişti. Kırk güne yakın bir hücrede halvet etti. Halvetten çıktığı vakit, onun mübarek eteğini tuttum ve Yüce Tanrı Kur’an-ı Mecîd’de: “Cehenneme girmeye en lâyık olanları biz daha iyi biliriz. Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbi’nin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür” (Meryem 19/70-71) buyurmuştur. Mademki hepsinin gidişi ateş olacak, o halde İslam dininin bizim dinden üstünlüğü nedir? ve bu nasıl olacak? dedim.” Mevlânâ, hiçbir şey söylemedi. Biraz sonra işaret edip şehre doğru yola koyuldu. Ben de o ulu kişinin arkasından yavaş yavaş gidiyordum. Mevlânâ birden bire şehrin kenarında bulunan bir fırına girdi. Fırıncılar, fırını kızdırmışlardı. Benim siyah ince ipek elbisemi aldı, kendi feracesine sarıp fırına attı. Başını önüne eğerek bir müddet köşede oturdu. Büyük bir duman çıktığını gördüm, kimsede söz söylemek mecali yoktu. Ondan sonra Mevlânâ: “Bak!” diye buyurdu. Fırıncının mübarek feraceyi dışarı çıkarıp Mevlânâ hazretlerine giydirdiğini gördüm. Ferace tertemiz olmuştu. Benim ipek elbisem ise, tamamen yanmıştı. Mevlânâ: “Biz böyle gireriz, siz de böyle girersiniz” buyurdu. Bunun üzerine derhal baş koyup mürit oldum.”

Eflâkî’nin, Ârif Çelebi’den aktardığı bu rivâyetten öğrendiğimize göre, ilâhiyatçı-felsefeci bir performansa sahip olan Akmanastır başpapazı, Mevlânâ’nın kudretini, ilminî ve ahlâkî açıdan engin erdemini doğruluyor. Hiç kuşkusuz bu başpapazın takdir duygusu, Mevlânâ ile girdiği teolojik tartışmalar neticesinde muhatabı hakkında ulaştığı hakkı teslim etme centilmenliği ve vefakârlığı olarak görülebilir. Ayrıca, Takkeli dağa sırtını dayamış dar bir vadinin bir kenarındaki düz ve beyaz renkli bir kaya yüzünün içine oyulmuş bu Akmanastır’la birlikte burada bir de mescit bulunuyordu. Mevlânâ, işte Akmanastır müştemilâtı içerisinde yer alan bu mescitte, İslâmi gelenekte, ruhsal bir arınma ve inanç tazeleme biçimi olan itikafa girmiştir. Daha sonra, Akmanastır’ın bilge başpapazı ile bir inanç konusu olan cennet ve cehennem, diğer yandan İslam ve Hıristiyanlık dinlerine ait değişik problemler üzerine teolojik tartışmalar yaptıkları, sonuçta, başpapazın, Mevlânâ’nın ikna edici derin tahlilleri akabinde İslâmiyete girip ona iyi bir öğrenci olduğu anlaşılıyor. Gerek Akmanastır ve gerekse orada bulunan Mescit, yüzyıllar boyunca Müslüman ve Hıristiyanların ortak bir ibadetgâhı haline gelmiştir. Kuşkusuz burada anlatılan bir arada yaşama biçimleri, dinler arası diyalog ve hoşgörü kültürünün en seçkin örnekleridir. Mevlânâ gibi daha sonra “Çelebiler” de sık sık buraya giderler hem teolojik tartışmalar yaparlar ve hem de orada mistik bir hayat yaşarlardı. Hatta, Kevele Kalesi dizdarı ve muhafızları da buraya inerek onlarla konuşurlar, ilmî ve dinî tartışmalara tanık olurlardı. Bu anlattığımız anekdotlar, sanırım dindarlar arası diyalog tartışmalarına karşı çıkan Müslümanlara verilmiş bir cevap olur. Abant platformu olur da, gelenekte yeri olan Sille Platformu neden olmasın? Büyüklerimizin dikkatine arz olunur!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.