Hz. Muhammed (s.a.s)'i Güldüren Arkadaşı

Fatma Şeref

Bu şehri bir Ramazan'da bir de Şeb-i Arus'da daha çok seviyorum. Sanki bir Medine rüzgarı esiyor sokaklarda... Şems-i Tebrizî gibi :

Ey seher yeli ! O semtten haberin var mı;
Bir ay yüzlünün yanağından ne haber getirdin?

 

Diye seslenmek geliyor içimden, O Ay Yüzlü'nün diyarına doğru. Ve aklıma "Benim sahabelerim birer kutup yıldızı gibidir. Hangisini takip etseniz size doğru yönü gösterir " anlamındaki hadis rivayeti geliyor. Her sahabede ayrı bir örnek farklı bir bakış açısı kazanma şansı var mutlaka. Ama benim bu gün anlatacağım pek de bilinmeyen sahabi Hz. Nuayman ( r.a) 'nın gönüllerdeki yeri de bir başka . Ben böyle yazmayı tercih ettim ama şunu hemen söylemeliyim ne baştaki "hz." ne de sondaki "(r.a)" yı görmedim bir çok kitapta . Hem bunu düşüne durun hem de onun tavrı ve tarzına tanık olun lütfen buyurun :

 

Medine Pazar'ında dolaşan Nuayman turfanda nadide bir hurma gördü. Zaten az miktarda olan meyveyi tasıyla alıp Hz. Peygambere getirdi ve :

“Buyur, Ey Allah'ın Elçisi bu size hediyemdir” dedi. Peygamber ve meclistekiler hurmayı bitirinceye kadar bekleyip tası götürdü. Hurma beğenildi Medine'de denenmesi konuşuldu bir süre. Sonra Nuayman geldi yine ve bu kez peygambere :

"Hurmacı kapıda bekliyor, lütfen borcunuzu öder misiniz ?" dedi.

“Nuayman, sen onu hediye olarak vermedin mi?”

“Ey Allah'ın Rasulü, ödeyecek param yok. Onu görünce herkesten önce senin yemeni istedim. Sonra öderim diye tası kapıp geldim. Ne bileyim adamın elindeki malları bitirip memleketine döneceğini. Hemen parasını istiyor” dedi.Hz. Peygamber gülerek bedeli ödedi...Bundan sonra Nuayman Medine’ye ne zaman turfanda bir yiyecek gelse ondan bir miktar satın alır, peygambere önce hediye eder sonra ödetir mutlaka onun tatmasını sağlardı.

Güliruhsarina meftun olanlar, şüphesiz sensiz ;
Ne mülk û mal cah ister ne de zevk û sefa ister...

Esad Erbilî

Sevginin binbir çeşidi var. Yeter ki gönülden yeter ki samimi olsun... Ve bir başka gün de Nuayman ve akrabası Selît ticaret amacıyla Basra’ya doğru yola çıktılar. Hz. Ebu Bekir ileride onlara katılacaktı. Yemek heybesi Selit'in devesindeydi. Bir süre sonra acıkan Nuayman Selit’ten yiyecek istedi. Fakat Selit “Hayır, Ebubekir gelmeden asla!” diyerek reddetti.


Konu aynı şekilde birkaç kez tekrar edince Nuayman, “Ben de sana yapacağımı biliyorum .Ebu Bekir gelsin de seni kurtarsın." dedi. Selit buna hiç aldırmadı çölün ortasında ne yapabilir ki diye düşünüyordu.Uzanıp dinlenmeye koyuldu.


Yakında bir kervanın konakladığını gören Nuayman ise oraya gitti ve oradakilere :

" Ben ne bahtsız bir adamım çok genç güçlü sağlıklı akıllı bir kölem var. Ama ona kardeşim kuzenim gibi davrandığım için hiçbir emrime itaat etmiyor" diye söze başladı. Sonunda on genç deve yavrusu karşılığında Selit'i satmak için anlaştı.


Oradan ayrılmadan " Ama benden ayrılamamak için her şeyi yapar , her şeyi söyler , ne derse desin sözleşmeyi bozmayacaksınız tamam mı ? Umudu kesilince size itaat eder" diye adamları tembihledi. Kabul ettiler.


Selit olanlardan habersiz, otururken adamlar almaya geldi. Direnince de boynuna bir sarık bezi bağlayıp çekmeye başladılar. Selit: “ Ben köle değilim ! Bu adamın kuzeniyim. O size şaka yapmıştır. Vallahi Medine'nin en şakacı adamıdır. Hz. Muhammed'e bile latife yapmıştır..." dese de dinleyen olmadı.


“Biz senin bu numaralarını biliyoruz, kanmayız.” diyerek sürükleyip götürdüler. Nuayman oturup karnını bir güzel doyurdu.Hz. Ebubekir geldiğinde Nuayman " Selit'ten daha iyi yol arkadaşları buldum.Bana hiç itiraz etmiyorlar. " diye develerle seyahat ediyordu. "Peki, Selit nerede ?" diye şaşkınlıkla soran Hz. Ebu Bekir olayı öğrenir öğrenmez kervanın ardına düştü. Bezirganları bulup durumu açıkladı onları iadeye ikna etti.

Deve yavrularını verip Selit'i geri aldı.Medine'ye döndüklerinde olay duyulmuştu. Sevgili Peygamberin (s.a.s), bu dünyaya vedasından önceki yıldı. Derler ki onu son zamanlarında en çok güldüren şaka buydu...Salat ve selam olsun... Onca hüznü içinde gülümsetenden  Allah razı olsun.

 

Bence Allah'ın espriden anlamayacagi zannına kapılarak insanları sık boğaz edip sınırlamak günümüz inananlarının  en büyük yanılgısıdır.Bilhassa kendi sınırlı aklıyla kavradığını onun yanlış anlayacağı korkusu ile en ufak latifede uyarı üstüne uyarı olmadı hakaret veya tekfire varan sözler etmek kendi dar kalbi ve kafasını daha da kıstlamaktan başka işe yaramıyor. Kendi samimiyetinden emin olan bir mümin bu kadar korkak olamaz !

 

Tâlib-i dîdâr iseñ mir’ât-ı kalbüñ sâf tut !

Hatıra endîşe-i cennet cehennem gelmesün...

 

(Eğer sen, Allah'ın Cemaline , didarını görmeye talip isen kalbinin aynasını saf tut . Hatırına cennet cehennem endişesi gelmesin ) Demiş büyük şairimiz Bâkî ve diğer büyük üstad Nâbî , yasakçı yobazlara sinirlenir ve işi daha ileri götürür :

 

Kimdir bizi men eyleyecek bâğ-ı cinândan

Mevrûs-ı pederdür girerüz hâne bizimdür

 

( Cennet bağını bize yasaklayacak kimmiş , Babamızdan ( Hz. Adem ) mirasımızdır hane eskiden beri bizimdir bir şekilde geri gireriz.)

Ve son olarak , büyüklerin sözünün üstüne söz olmaz diyelim Enderunlu Vâsıf'ın duası ile bitirelim :

Bahşeyleyip günahımı mesrûr eder misin,
Ya Rab harâp kalbimi ma'mûr eder misin?

Ramazanınız hayırlı, bereketli ...Cumanız nükteli, neşeli olsun....

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.