İslam tarihinde Endülüslü İbn Rüşd, kâdî/yargıç olarak bilinir. Gerçekten de İslam hukuku alanında yetkin bir şahsiyettir. Onun, Bidâyetü’l-Müçtehid ve Nihâyetü’l-Muktesid adlı eseri, mukayeseli fıkıh kitapları arasında en büyük eser olarak bilinir. İbn Rüşd felsefe kültürüne de sahiptir. En büyük Aristo şârihlerindendir. İslam felsefesi alanında özgün eserleri vardır: Tehâfütü’t-Tehâfüt, Faslu’l-Makal ve Keşfu’l-Edille an Minhâci’l-Mille.. O, aynı zamanda iyi bir tıp doktorudur. Onun yaşadığı dönemde Tıp ilmi, felsefenin bir şubesi sayılırdı. Latinceye tercüme edilen Tıpla ilgili eseri olan ‘Külliyat’ı meşhurdur. Ortaçağ Avrupası bu eserden çok istifade etmiş ve yüzyıllarca üniversitelerinde ders kitabı olarak okutmuşlardır.
İbn Rüşd’ün ilmi hayatında görülen bu çok renklilik, hiçbir zaman onda bir çatışma ve çelişki doğurmamıştır. O, hepsinde de yararlanmasını bilmiş ve kendini geliştirmiştir. Hiçbir zaman Filozof İbn Rüşd, fakih İbn Rüşd’e karşı çıkmamış, aksine, o, felsefe ve din, akıl ve vahiy arasındaki ilişkiyi çifte hakikat değil, tek bir hakikat olarak görmüştür. Çünkü hak, hakla asla çelişmez. Onun yazmış olduğu, Din ile Felsefe arasında mutabakat adını taşıyan Faslu’l-Makal adlı eseri bunun en açık kanıtıdır.
Akıl-nakil alanında ‘çatışmacı’ bir bakış açısından uzak, din ve akıl bir başka ifade ile din ve felsefe ilişkilerini “tevfîk” kavramı çerçevesinde ele alan İbn Rüşd, bu konuyu çok güzel bir zemine oturtmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre felsefe, varlığı akılla tetkik ederek hakikatin bilgisine ulaşmada epistemolojik bir vasıtadır. Din ise, felsefe gibi varlıkları akıl yoluyla tetkik ederek bunlar hakkında akılla bilgi sahibi olma arzusunda bulunmaya insanları davet eder. Din ve felsefenin ortak alanı ve amacı, varolanlar üzerinde düşünmek ve onları Allah’ın varlığına delâletleri bakımından incelemektir. İbn Rüşd’ün aklî istidlâlinin referansı, doğrudan Kur’an’dır. Bu sebeple O, Haşr Sûresi’nin 2. âyetinde geçen “i’tibâr” sözcüğünü, kıyas ve istidlâl anlamında kullanır. Onun felsefî terminolojisinde ‘i’tibâr’; bilinenden hareketle bilinmeyeni çıkarmak ya da bilinen bir şeyden bilinmeyen bir şeyi ortaya koymaktır. Bundan dolayı o, aklî ve şer’î kıyasları varlık üzerinde birlikte kullanmanın gerekliliğinin dinî açıdan farz olduğunu savunur. Çünkü akıl gibi din de varlığı akılla araştırmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre, hak, hakka aykırı düşmez. Bu bir tür akıl ile din arasında bulunan ilişki biçimidir. Hikmet, şeriatın dostu ve aynı memeden süt emmiş (öz) kardeşidir’ diyen İbn Rüşd, dine ve felsefeye, iki ayrı aksiyomatik yapı olarak bakmış, doğruyu, her ikisinin kendi sınırları içinde bulmak gerektiğine inanmıştır.
İbn Rüşd, akıl-vahiy ilişkisini taban tabana birbirine zıt olan hususlar değil, birbirinin tamamlayıcısı unsurlar olarak algılamıştır. O, hiçbir zaman aklın, bütün konularda kendi kendine yeterli olduğunu iddia etmemiştir. Eğer akıl, kendi kendine yeterli olsaydı, Allah’ın vahiy göndermesine gerek kalmazdı. Dolayısıyla İbn Rüşd’ün çifte hakikat kavramını benimsediğini sanmak yanlıştır. İkili hakikat kavramı İbn Rüşd’e değil, olsa olsa Avrupalı takipçilerine atfedilebilir.
İbn Rüşd, gerek yaşadığı dönemde ve gerekse ölümünden sonraki yüzyıllarda muhalifleri tarafından sert, belki de haksızlık derecesine varabilecek düzeyde eleştirel tepkiler toplamıştır. Bunda siyasetin ve kıskançlığın büyük rol oynadığı bilinir. Yaşadığı dönemde İbn Rüşd’ü kıskanan bir takım kimseler, söylemediği şeylerle ithamlarda bulunarak, zamanın yöneticisine şikâyette bulunmuşlardır. Bir zamanlar İslam dünyasında Gazali’nin kitaplarının yaktırıldığı gibi, emir de tahkik yapmadan su-i zanla hareket etmek suretiyle İbn Rüşd’e kızmış ve onun kitaplarını yaktırmıştır. Hâlbuki İbn Rüşd, âlim, fâzıl, filozof ve dinine bağlı bir şahsiyettir.
Mısırlı entelektüel Hasan Hanefi’nin dediği gibi, İbn Rüşd, Batı’da ilerlemeyi ve değişmeyi temsil ederken, Doğu’da ise muhafazakârlığı temsil etmiştir. Niçin İbn Rüşd İslam âleminde hem ilerlemeyi ve hem de muhafazakarlığı birlikte temsil etmemiştir? Umarım bunun sebepleri Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin düzenlemiş olduğu uluslar arası İbn Rüşd Sempozyumunda yerli ve yabancı bilim adamları tarafından ele alınıp tartışılacaktır. Ben inanıyorum ki, bu sempozyumdan çıkacak olan mesaj, kaotik bir süreçten geçen Müslüman dünyanın açmazlarını çözmede yol gösterici bir rol oynayacaktır. Bu sempozyumda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.