Kökleri oldukça eskilere giden ve Anadolu’da hâlâ yaşayan bir uygulama: Ağaç korkutmak. 12. yüzyılda kaleme alınmış olan Kitabü’l-Filaha’da ağaç korkutmanın nasıl yapılması gerektiğini, alanın kaynaklarına da atıf yaparak şöyle anlatıyor İbn Avvam: İki kimesne agacun altına varup, birinün elinde balta ve sayir keskün alet olup, yoldaşına, meyve vermez ben bu agacı keserim, deyü hitap edüp, ol kimesne, ben kefil olayım, eger bu yıl vermezse gelecek yıl kes, diyü şefaaat etse bi-kudretillah hadden ziyade meyve verür.”
Bir hocamdan dinlemiştim annesi büyü bozumuna uğramadığı o zihin dünyasıyla uyandığında evin tahta kapısını açar, uyandı dediğim güneş daha doğmamış, dağları hayvanları güzel bir nakaratla selamlarmış.
Olan herşey onlar için hissedebilen bir varlıktı ve onunla kurdukları ilişkide sevgiyi, merhameti hissettikleri kadardı. Bilimle düşünme dürtüsü bizi var olana hissetmekten uzaklaştırdı. Çocuklarımıza okumamız gereken masallar, alemle ilişkisini düzenleyen anlatılar olmaktan çıkıp 'motor gelişimi' zırvalıklarına katkı yapar oldu. İlerlemesi ve gelişmesi gereken bir varlık olarak herşeyleri çok bilimsel ve rasyonel büyüyen bu sabilerin hiçbir rasyonelliği, bilimselliği olmayan tanrı inancıyla ilişkisi neden sorunlu diye soruyorsak cevabımız belki masallarımız bozuktur yavrum olabilir. Olanı rasyonel bir zeminde tanımlamak ve kavramsallaştırmak isteyen bu insan türünün müphem olanla, bilinmeyenle, mistik olanla kurduğu ilişki elbette sorunlu olacak.
Onun için çocuklarımıza türkü söylemenin, şiir okumanın, masal okumanın ki peygamber kıssaları da dahil bilsin işte ateş yakmaz, ölüler dirilir, asadan yılan olabilir ve öğrenmenin şehveti Hızır karşısında bir peygamberi mahcup edebilir işte bunları öğrenmek bilinmeyenin öylece kaldığı yerde. Zannetmiyorum mucizelere inananlar yani o mucizelere bizatihi şahit olanların şu soruyu sorduğunu: Ey İbrahim sorar mısın Allah'a bu ateşin seni yakmaması hangi fizik kuralıyla gerçekleşti ? Hatta mucizeler gözünün önünde olduğu halde reddeden kâfirler bile sormadı onu. Allah'ın muradı da sanırım bu değil. İman mı edeceksiniz yoksa cehenneme mi koşacaksınız?
Onun için Allah vardır ve bu konu hiç bilimsel, hiç rasyonel değildir. Onun için bilim varsa da bilinmeyen ve müphem olan yoktur yani kanıtlanmamıştır ve kanıtlanamayanın bu dünyada değeri yoktur. Bu sebepten kâfir gitmiş deist olmuştur. Yani Allah'ın tanımladığı imansıza kâfir demeye ar ederiz ama seküler ve modern olan deisti kullanırız çünkü deist son derece bilimseldir ve kâfir son derece Allah'ın dilindendir.
Müslüman kalmak onun için bir bütünlük ister. Yani anlattığımız bir masal dinlediğimiz bir şarkı oturduğumuz bir mekan yediğimiz bir yemek bizi tanımlar ve bütünün içinde nerede olduğumuzu hatırlatır. Onun için günah işliyorsak hâlâ yani içimizde varsa işlendiğinde hissedilen bir ateş bizden umut vardır çünkü sekülerlik, modernlik, bilimsellik, rasyonellik bizi içinde hissedilebilinen bir günahla istemiyor. Yani günah bile işleme çünkü günah işlemek seküler bir eylem değildir diyor. Ben onun için hala günahını arayan o insandan umutluyum. Modern insanın büyük keşmekeşi tanrı sevapta değil günahta çıkıyor ortaya. Günah büyüdükçe içinde de büyüyen o ateş tanrının en büyük varlığıdır ve bazen bu rasyonel bilimsel dünyada günah işlemek hakikatin ta kendisidir. İsmet özelin acı duymak fiyakasıdır ruhun sözünü günah işlemek fiyakasıdır inananların diyerekten tevil edelim. Kavi olacaksa eğer yakmayan ateşe imanımız, önünde baltasıyla konuşacağımız ağaca ihtiyacımız var tekrardan.