İç Heyelan

Fatıma Nur Mücevher

Derin bir uyku gibi hayat. Uyuyorsun, uyuyorsun, uyuyorsun sonra bir acı dokunuyor derununa hınçla kalkıyorsun. Dolayısıyla korkulu bir rüyadan uyanır gibi oluyorsun, bir korku, bir şaşkınlık…

İnsan hiç uyanışa “eyvah!” der mi?

Bir acı karşısında insan kendine koşuyor hızla, tabii oyalanmayı seçmediği takdirde. Dolayısıyla dünya tüm hükmünü kaybediyor.

Tabloda belirgin bir obje kalıyor “acı” adında. Hatta öyle ki renkler bile  anlamını yitiriyor, yitirmekle kalmayıp sıyrılıyor… Tuval kendine dönüyor, tabi renkler uzlaşmayı başarabilirse

 

Aramızda yabancı yok, açık konuşalım.  Hepimizin canının yandığı, çok yandığı, ‘bu yangın asla dinmez’  dediği kaç yangın dindi?  Bir dökün ömür heybenizi, kaç huzur kaldı ya da kaç hüzün?

***

Yolculukları hep sevmişimdir, uzun yolculukları ve dolayısıyla yol arkadaşlığını… Yine bir yolculuk esnasında benden yaşça büyük bununla birlikte benimle aynı heyecanda bir hanımefendi ile tanıştım. Hatta ilk intiba ile  baksak  birbirimize, sanıyorum ikimizde birbirimizle konuşamazdık. 

Muhabbet muhabbeti açtı ve  ömür yolculuğuna geldi konu  şöyle dedi  “ İnsan sevdiğine kavuşacağı yollarda, yolculukta nasıl heyecanlanır. Mesela ben kızıma, evladıma kavuşacağım diye çok mutluyum. Peki neden aynı şeyi  ömür yolculuğunda düşünemiyoruz? Allah’a kavuşacağız diye heyecanlanmıyoruz, mutlu olamıyoruz.” Aman Allah’ım, sahiden öyle.  Ölümü düşündüğümüz an, bir durgunluk geliyor, bir sıkılma, bir ayrılık acısı oturuyor döşümüze…

Sanıyorum, ömür sürdürdüğümüz şu fani alemi gözümüzde çok mu büyütüyoruz? Çok mu değer veriyoruz? Yaşadığımız her acının ardından unuttuğumuz  bir şeyler olmalı. Olmalı ki “tecrübe” deyip yola devam ettiğimiz zaman, tekrar yolda kalabiliyoruz. Demek ki her hatamızla, her günahımızla birlikte yapmamız gereken daha başka şeylerde var tövbelerimiz gibi, hep unuttuğumuz hiç yapmadığımız ne çok tövbemiz var... Eğer yapabilseydik yolda kalır mıydık?  Son vuslat bu denli ürkütür müydü?

….ve ömür denen şu serüvende  sanıyorum hayata biraz daha tedbirli katılabilirdik. Mesela kırmamak için bir kalbi direnirdik belki, ya da direniş ilan ederdik! Mesela şöyle derdik “İyi ki Kalbimiz Var!”

Öyle demiyor mu Zarif  Adam: “Bir kalbiniz vardır, onu hatırlayınız.” Belki hatırlardık ve kalplerin fethi için çabalardık….

İyi ki kalbimiz olduğunu hatırlatan güzel dostlarımız var! İyi ki cennette de  “dost kıl bizi Allah’ım.” Diye dua ettiklerimiz, dualarına katanlar var.

Ömür yolculuğumuzda yaşadığımız hüzne, huzura, acıya, mutluluğa daha farklı bir pencereden bakabilirdik “asıl şehre giderken yolda karşılaştıklarımız.” Diyebilirdik…

 

Unutulmamalıdır ki;

“Her kavuşma ayrılıkla başlardı.

Ayrıldık.

Dünyadan kopmak için önce sevdiklerinden ayrı düşmek gerekirdi ve her ayrılık O(s.a.v.)’nun sırr-ı ayrılığı hicretinden bir iz taşırdı…” diyor Nuriye Çeleğen - Hay Sultan’da…

Acıyı yaşadığına inanan ve acı yaşadığını sanan kim varsa lütfen bu kitabı okusun ve acısını sorgulasın.

Unutulmamalıdır ki “her ayrılık bir vuslattır ve son ayrılık en asil bulaşmamız olmalıdır.”

Selam ve dua ile… 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.