Olması gerekenin ne olduğunu soracaksak eğer, bu görecedir. Her şahıs, kendi dünyasından yaptığı tanımlamalar, inandığı ilkeler ve taraf olduğu süreçler üzerinden mükemmel olduğuna inandığı bir tarih aralığına yapışır kalır. O aralığın kahramanı, onun takibi mutlak lideri, o kahramanın ilkeleri, gerçekleştirilmesi kesin idealler ve onun teklif ettiği hayat, mutlak iyiliğin merkezidir. Buna kişiler ve toplumlar, kimi istisnalara rağmen kayıtsız bir inanışla tabi olurlar. Zira yapılacak fedakarlıkların çizgisi, bu inanışın derecesiyle çok alakalıdır.
Ben kendi adıma, Muhammed (as)'ın risalet dönemini tüm bu tartışmaların dışında tutarım. Onun yönetimi ve bu yönetimin bireylere yansıma biçimi, yapılacak tüm tartışmalardan varestedir. Allah'ın elinden tutup yürüttüğü bir kulu, ne yön konusunda ne de hız konusunda yermek hiç kimsenin haddi de hakkı da değildir. Ancak güzel bir örnek olarak kuşaktan kuşağa anlatılıp taklit edilecek ve sahip çıkılacak bir numune-i imtisal olarak kabul edilebilir.
Muhammed (as)ın dönemi istisna olmak üzere bana kim diye sorsalar, içimden bir Hz. Ömer geçer. Hatta o kadar ki, neredeyse sadece Hz. Ömer geçer. Muhammed (as)'ın getirdiği dinin birey olarak kendi dünyasında, yönetim olarak idare ettiği coğrafyalarda uygulayan ve çok küçük dokunuşlarla, çok büyük neticeler alan mükemmel bir lider. Kendi döneminde, Sâsânî İmparatorluğu’na tâbi Irak, İran ve Azerbaycan ile Bizans İmparatorluğu’na tâbi Suriye, el-Cezîre, Filistin ve Mısır’ı İslâm ülkesi topraklarına kattı. Bugün dünya liderlerinin sesten hızlı jetlerle giderek idare etmekten aciz kaldığı milyonlarca kilometrekare coğrafyayı, hurma ağacının altındaki gölgelikten idare etti. Bunu yaparken kendisinden yüzlerce yıl konuşulmaya devam edecek içinde zulüm ve adaletsizlik barındırmayan izler bıraktı.
Tüm bunları şu yazacaklarıma giriş olsun diye anlattım. Muhammed (as)'dan bugüne yüzlerce idareci geldi geçti. İçinde zulmüyle öne çıkanlar olduğu gibi, adaletiyle Hz. Ömer'e benzetilenler dahası ona öykünenler de oldu. İslam coğrafyalarında idare, kimi zaman babadan oğula, kimi zaman zayıftan güçlüye, değişti durdu. Değişmeyen tek şey, idarecilerin neredeyse tamamının kendilerini Muhammed (as)'a nispet edip onu takip ettikleri iddiasıydı. Dindarlığı sorgulanan idareciler olmuşsa da, ağırlıklı olarak nasıl yönettikleri konuşula geldi.
Yazının girişinde de söylemeye çalıştığım gibi Muhammed(as)'ın dönemini saymazsak her dönemin takdir edilen olduğu kadar eleştirilen tarafları da olmuştur. Bu idarecilerin basiretine, tutumuna ve yönetme kabiliyetine göre kimi dönem az, kimi dönem de çok olmuştur. Ama Muhammed (as)'ın vahiyle sevk ve idare edilen dönemi hariç hiç bir dönem, değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez mutlak doğruyu temsil eden dönem olarak adlandırılmamıştır.
Bugün de öyledir ve beşer teklifi hiç bir konu, değişmez ve değiştirilemez değildir. Buna yönetici seçme ve yönetme biçimi ile ilkeleri de dahildir. Süreç ve konjonktür bu konularda neyi dayatıyorsa, İslam'ın ve insanlığın ortak mirası olan temel ilkelerle çatışmamak kaydıyla toplumların hayrına olacak değişiklikler ortak akılla işletilebilir. Burada, neyin ortak miras, neyin toplumların hayrı ve ortak akıl kimlerden oluşur soruları, bir bahsi diğer olarak kayıt altında tutulmalıdır.
Sonuç olarak,
Kutsal olan isimler değil, metinlerdir. İyi ve kötü dediğimiz de kutsal olan metinlerin ne kadar uygulanıp uygulanamadığı ile ilgilidir. Kendi kutsal metnini üreten kimi isimlerin, metin üzerinden kendilerine kutsallık devşirmeleri ne kendilerini ne de dönemlerini tartışmasız kılmaz. Tartışılamaz olduğu iddiası, ya ilahi bir güce ve desteğe sahip olduğu ya da yanlışlarının dayatmayla kabul edilmesi gerektiği anlayışını doğurur ve besler. Yukarıda da dediğimiz gibi birincisi adamı ateşe, ikincisi de adaletsizliğe götürür. Yani her ikisi de çok kötüdür.