Kamu önünde olmayan bazı şeyler vardır. Aklınıza gelen, olup olmayacağını kestiremediğiniz, ölçemediğiniz şeyler… İç dünyanızda sürekli dönen, dışarıya bir türlü vuramadığınız şeyler. Örneğin meraklarınız buna dâhildir. Veya endişeleriniz. Korkularınızı da içine alalım.
Sizin iç dünyanızda olan biten dışarıya kapalı bu haller, sizi şekillendiren şeylerdir aslında. Çok az kişiyle paylaştığınız, bazen hiç kimse ile paylaşmadığınız şeyler.
Hepimizin vardır böyle zamanları.
Benim de tam olarak şu günlerde yaşadığım şeydir aslında. Yazının başlığında da gördüğünüz tarif etmeye çalıştığım bu içsel şeyler.
Bir varlık mücadelesi diyebiliriz. Fiziksel varlık değil elbette sözünü ettiğim. İçinizdeki kendi kendinize verdiğiniz bir mücadele. Duygularınızın ve mantığınızın argümanlarını ele almaya çalışırken bir yandan beklentileriniz ve öte yandan dürtüler… Sonra bir de hayatın gerçekleri ve elinizde olan malzeme tabii…
Ne diyorsun, diyenler olabilir. Aslında anlattığım şey içsel bir hesaplaşma. Bugüne kadar kurduğunuz ve şekil verdiğiniz şeylerin değişme tehlikesi ya da bir şekilde dönüşmek zorunda kalması veya her şeyin inanılmaz bir hızla kontrolünüzden çıkması. Her ne kadar “tehlike” kelimesini kullansam da bu zaman zaman “tatlı sürprizler”e dönüşebilir. Bu tabii sizin iç dünyanızla ilgili mesela sürprizden ne anladığınızla... Bazen size kötü geleceğini sandığınız bir şey iyi de gelebilir. İyi olacağını sandığınız çoğu şeyin birçok durumda bizi kötü etkilemesi gibi…
İşte en başında söylediğim o bilinmezlik hali. Renklerin bulanıklığı. Böyle durumlarda mantık süzgecinden geçirebildiklerinizi bir kenara koyup istediğiniz renge boyuyorsunuz. İnanmak istediklerinize…
Makul görünmesi için çabaladıklarınız var bir de. Zorla açık renklere çevirdiğimiz siyahlardan bahsediyorum. Zoraki olan her şey gibi yapay ve dramatik duruyor.
Anlaşılamaz bir yazı yazıp kafa karıştırmaya çalışmıyorum aslında. Zaten neden öyle bir şey yapayım değil mi? Bu ancak insanın kendi karmaşasını sesli düşünmesi olabilir. Bazen sadece yazmak yetmez, yazılanların okunması gerekir. Belki de kendi içimdeki sesleri dinlemem yani bir şekilde kendi iç dünyamı okumam gerekiyordur.
Sonuç itibariyle size bir katkısı olmayan bu satırlar kuvvetle muhtemel benim için yönlendirici olacak. Bunlar söyleyebildiklerim tabii. Bir de hiç söyleyemediklerim var.
Hiç söylemediklerimden kasıt çok gizli bilgiler filan değil tabii. Herkesin içinde olup dışarıya vuramadığı ve tamamen kendisini ilgilendiren şeylerden bahsediyorum.
Bende olan sizde de var. Yeni bir şey söylemiyorum yani… Hasılı dostlar söylenemeyenler var biliyorum. Söyletmeyenlerden bağımsız bir takım “söylenemeyenler”.
İşte onları kendinize söyleyin. Onları kendinize anlatın ve tabii yine kendiniz dinleyin. İnsanın başkalarını dinlemesinden daha mühim bir şey varsa kendisini dinlemesidir bence. Kendini dinlemek, kendini bulmayı denemek, söylemek ve nihai nokta.
İçimize dert olanları dinleyebilmek ve iç seslerimizi duymak temennisiyle diyelim.