TÜRK DÜNYASININ UYDURMACILIK MESELESİNE BAKIŞ AÇISI
Azerbaycan Türklerinden şair Memmed Aslan’ın Türkiye’ye ilk gelişinde dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine ve sevgili Yavuz Bülent Bâkiler’e hitap ederken söylediği şu sözlere lütfen dikkat buyurunuz.
“Beyefendiler; zengin ve merhametli bir baba düşünün. Bu babanın on yetişkin oğlu var. Adam, sağlığında on katlı bir apartman yaptırıyor ve her katını bir oğluna tapuluyor. Bu zengin ve merhametli baba, zamanla yaşlanıyor ve sonra ölüp gidiyor.
Kardeşler, o apartmanın katlarında ayrı ayrı otururlarken, birkaç yıl sonra büyük gümbürtülerle şaşkına dönüyorlar. Sesler, birinci kattan geldiği için alelacele o kata koşuyorlar. Bakıyorlar ki, birinci katta oturan ağabeyleri elinde balyozla dairesinin duvarlarını yıkmaya çalışıyor. Korkuyla ve endişeyle soruyorlar:
-Ne yapıyorsun ağabey? Neden bu katın duvarlarını yıkıyorsun?
-Babam, bu katı bana tapulamadı mı?
-Doğru, bu kat senin!
-Ben, kendi katım üzerinde istediğim gibi tasarrufta bulunmak hakkına sahibim. Bu bakımdan dairemi yıkmak ve buradan elde edeceğim malzemeyle kendime şu karşı tepede müstakil bir ev yapmak istiyorum.
Beyefendiler; o birinci katta oturan ağabeyin böyle bir tasarrufta bulunmak hakkı var mı? On katlı apartmanın birinci katı yıkıldıktan sonra, diğer katlar ayakta kalabilir mi? Kardeşler arasında birlik beraberlik olabilir mi? Olmaz tabii!
Misalimdeki zengin ve merhametli baba, bizim dilimiz ve edebiyatımızdır. On katlı apartman, çeşitli Türk topluluklarıdır. Birinci katta oturan ağabey sizsiniz! Sizin üstünüzdeki katta, biz oturuyoruz. Sonraki katlarda; Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Tatarlar, Uygurlar, Gagavuzlar ve Çuvaşlar oturuyorlar.
Bunlar, aynı milletin kolları. Aynı dilin çeşitli lehçelerini, ağızlarını kullanıyorlar. Aralarında tabii olarak ortak kelimeler var. Bu çok, ama çok önemli!.. Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail Bey, neden yıllarca “Dilde birlik, fikirde birlik, işte birlik.” diyerek çırpındı durdu?
Gaspıralı istiyordu ki; İstanbul’da çıkan bir gazete Azerbaycan’da da, Kırım’da da, Türkistan’da da, Turfan’da da, Uygur’da da okunup anlaşılabilsin.
Bu dil birliğinin, bu ortak kelime sayısının çokluğunun faydalarını anlatmak için saatlerce konuşabilirim. Ben, bir Azerbeycan Türk’ü olarak merak ediyorum ve aynı zamanda katiyen anlamıyorum; Türkiye, bütün Türk dünyasının ortak kelimelerini, Türkçeden niçin çıkarıp atıyor?
Meselâ, bütün Türk dünyasının ortak kelimelerinden biri, işte şimdi kullandığım bu “meselâ” kelimesidir. Biz de, Türkmenler de, Özbekler de, Kırgızlar da, Kazaklar da, Tatarlar da, Uygurlar da, Gagavuzlar da hep “meselen, meselâ, mesele” diyoruz.
Şimdi siz, bu “meselâ” kelimesini Arapçadır gerekçesiyle onu dilimizden çıkarıp atıyorsunuz. Yerine de, Ermenicenin “orinagin” kelimesinden “örneğin” kelimesini uydurup koyuyorsunuz. Niçin? Hiçbir Türk Cumhuriyetinde “örneğin” kelimesi yoktur. Siz, niçin en az bin yıllık “meselâ” kelimesine kıyıyorsunuz? Bunun dilimize ne faydası var?
Bizim “şeref” diye güzel bir kelimemiz vardı. Şeref’in suyu mu çıktı ki, onu bir köşeye fırlatarak Fransız’ın “onör” kelimesinden “onur” kelimesini çıkardınız? “Mektep”, bütün Türk dünyasının ortak kelimelerinden biriydi. Onu da Arapçadır diye kötülediniz. Yerine Fransız’ın “ekol” kelimesinden “okul” kelimesini uydurup koydunuz.
Biz Azerbaycan Türkleri olarak, “millet” diyoruz. Başkurtlar da, Özbekler de, Türkmenler de, Uygurlar da, Tatarlar da “millet” diyorlar. Peki, siz neden o güzelim “millet” kelimesinden vazgeçerek “ulus” diyorsunuz? “Millet”, Arapça imiş; iyi ama “ulus” da Moğolca. Moğol’un “ulus” kelimesini alarak dilimizi zenginleştirdiğinizi mi sanıyorsunuz?
Azerbaycan Türkleri olarak bizler “hörriyet” diyoruz. Başkurtlar, “hörriyet”; Özbekler, “hürriyet”; Tatarlar, “hörriyet”; Uygurlar “hürriyet” diyorlar. Hiçbir Türk topluluğunda “özgürlük” diye bir kelime yoktur. Güzelim “hürriyet” kelimesine neden kıydınız?
“Sebep”, bütün Türk dünyasının ortak kelimelerinden biriydi. Şimdi siz, “sebep” yerine niçin “neden” kelimesini kullanıyorsunuz? Hiçbir Türk Cumhuriyetinde “yanıt” diye bir kelime yoktur. Siz, neden “cevap” yerine “yanıt” kelimesine arka çıkıyorsunuz?
Azerbaycan’dan Çin Seddi’ne kadar, “imkân” ve “mümkün” kelimeleri vardır, kullanılmaktadır da; “olanak” yoktur, “olasılık” yoktur. Bu “olanak”, “olasılık” kelimelerini nereden çıkarıyorsunuz? “Koşul” ne demektir, “koşul”? Yaşam, yapıt, giz, tüm, gökçeyazın, tin, us, istenç, kanı, gönenç… ne demektir Allah aşkına?
Milletimizin dil abidesini neden tahrip ediyorsunuz? Bu, bir dilin zenginleşmesi değildir. Aksine, dilimizin kaynaklarının kurutulmasıdır. Daha yüzlerce misal verebilirim. Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail Bey, bütün Türk dünyasının ortak kelimelerle konuşmasını istiyordu.
Ruslar, Gaspıralı İsmail Bey’e çok kızdılar. Onun Bahçesaray’daki mezarını bile yok etmek istediler. Tutup, mezarının üzerine bir domuz ahırı yaptılar; naaşını da çaldılar ve bilinmeyen bir yere götürdüler. Siz de, Gaspıralı’nın kemiklerini sızlatıyorsınuz. Hatta, onun kemiklerini havanlarda dövüp toz hâline getirmek istiyorsunuz. Neden böyle yapıyorsunuz?
Türk topluluklarının en az bin yıldan beri ortaklaşa kullandıkları güzelim kelimeleri, Türkiye Cumhuriyeti olarak neden dilimizden ayıklamak istiyorsunuz? Bunun kime, ne faydası olacak?
Lütfen burada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkili kişileri olarak bana cevap veriniz. İçimin kanayan yarasına birazcık ilaç koymanızı hepinizden ayrı ayrı rica ediyorum.
Hiçbir Türk Cumhuriyeti;”edebiyat” yerine “gökçeyazın”, “şiir” yerine “ır”, “hikâye” yerine “öykü”, “ruh” yerine “tin”, “eser” yerine “yapıt”, “delil” yerine “kanıt”, “sır” yerine “giz”, “akıl” yerine “us”, “hanım” yerine “bayan”, “ilham” yerine “esin”, “maşallah” yerine “umarım”, “kitap” yerine “betik”, “bütün” yerine “tüm”, “şehir” yerine “kent”… demiyor.
Peki, siz Türkiye Türkleri olarak, bu ortak kelimeleri neden dilimizden çıkarıp atıyorsunuz? Siz, Türkiye Türkleri olarak Gaspıralı İsmail Bey’in “dilde birlik” idealine niçin karşı çıkıyorsunuz? Bu tasarrufunuzun, dünya Türkleri açısından hiçbir faydası olmadığını bilmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz?
Bu çok yanlış davranışlara, Türkiye’den de itiraz edenler var. Fakat, görüyoruz ki, siz içinizdeki haklı itirazlara da ikna edici cevaplar veremiyorsunuz. “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” inancıyla oturduğunuz katı yıkmaya devam ediyorsunuz. Türkiye, Anadolu’da bin yıllık bir devlet.
Biz istiyoruz ki, Türkiye bütün Türk Cumhuriyetlerini çekip çevirsin. Aramızdaki ortak kelimelerin daha çok olmasında ciddî bir gayret içine girsin. Yaptıklarınıza bakınca derin bir üzüntü duyuyoruz.
Neden böyle yapıyorsunuz? Bütün Türk dünyasında bilinen, sevilen, kullanılan bu ortak kelimeleri neden boğazlıyorsunuz?”
Bize, üzerinde epeyce kafa yormamız gereken bu hadiseyi “Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır.” adlı eserinde aktaran Yavuz Bülent Bâkiler diyor ki:
“Memmed Aslan’ın bu muazzam sorusuna o gün hiçbir arkadaşım cevap vermedi, veremedi. Konferans vermek üzere gittiğim bütün şehirlerimizde dinleyicilere hep bu soruyu sordum, ancak cevabını hiçbir zaman alamadım.”
Ve sonuç: Yaşayan Türkçeyi tercih edersek, Türk dünyasında derdimizi rahatlıkla anlatabileceğiz ve anlatılanları da anlayabileceğiz. Aksi takdirde; el elde, baş başta. Kardeşlerimizin bizi anlaması için Öztürkçe tercüman lazım olacak, takdir ve tercih sizin...