Meğersem çoktan etmişim. Yaptığımı zannettiğim o koca bina paramparça olmuş, doldurduğumu zannettiğim defter yok olmuş ta haberim yokmuş.
Geçen cumartesi okuduğum bir hadisle farkına vardım her şeyin.
Şöyle diyordu hadiste mealen: “Kul uykuya dalınca melekleri onun parıl parıl, nur gibi parlayan güzel amellerini göğe yükseltirler. Birinci kata geldiklerinde oranın görevlisi olan melek: “Ben gıybet meleğiyim. Götürün bu amelleri o kulun suratına çarpın. Bu kişi gıybet yapmıştır ve gıybet yapanın amelini buradan daha yukarıya geçirmem”
Eyvah ki ne eyvah. Yaptığımı zannettiğim onca amel, bir anda suratıma çarpıldı. Gıybet yapmadığım bir tek gün var mıydı ki? Gıybet, kişi yanında yokken onun hakkında konuştuğun hoşlanmayacağı her şeydir. Kısa boylu birinin kısa olduğunu söylemen bile o kişinin gıybetidir. İşte iflas budur. Sen yap, et, uğraş, didin ama bir kişinin arkasından konuştun mu bütün yaptıkların suratına çarpılsın.
Nefs bu, durmuyor ki. Hep birilerinin aleyhinde konuşturuyor seni. Oysa buna izin yok. Müslüman’ım diyorsam, İslam dininin hükümlerini kabul etmişim demektir ve başkasının hakkında hele hele olumsuz konuşmak, dinime göre gıybettir.
Peygamberimiz, ashabıyla otururken içeriye ilk girecek kişinin cennetliklerden olduğunu söylüyor ve bu bu durum 3 gün devam ediyor. 3 gün de içeriye aynı kişi giriyor ama sessiz sakin, kendi halinde biri. Sahabelerden Abdullah b. Amr merak ediyor bu adamı ve bir bahaneyle evine gidip 3 gün misafir oluyor. Üç günün sonunda bakıyor ki adamın farz namazlar dışında hiçbir ameli yok, gece namazı bile kılmıyor. Şaşırıyor ve üçüncü günün sonunda adama durumu izah ediyor. “Resulullah senin cennetlik olduğunu söyledi bize,
ben de senin amelini merak ettiğim için evine geldim ama görüyorum ki sende olağanüstü bir durum yok” diyor.
Adamcağız da “benim amelim bu gördüklerindir, başka bir şey yok” diyor ve vedalaşıyorlar. Sahabe tam evden çıkacakken adam onu durduruyor ve “bir de ben kimsenin aleyhinde kötü düşünmem ve kimsenin nimetine haset etmem” diyor. (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
Olay anlaşılıyor. Adamı cennetlik eden, kimsenin hakkında kötü düşünmemesi, iyi zan beslemesi.
Eee, ben birilerinin gıybetini yaptığıma göre, bu kalp ameli bende yok. Gözümüzün önünde cennet kaçıyor ve biz seyrediyoruz. Kendi ayaklarımızla cennetten uzaklaşıyoruz.
Ne yaptım ben ya Hu? Torbayı deldirdik.
Hadis devam ediyor: (Hadi gıybeti aştık diyelim) “İkinci kat semadaki melek
“Ben iftihar (yaptıklarıyla öğünme) meleğiyim. Bu kulun amellerini suratına çarpın çünkü o yaptıklarıyla çok iftihar eder.” Hey Hat. Bu nasıl bir yok oluştur. Ben kendime nasıl da yazık etmişim. Nefsim yaptığım işlerle nasıl da kendini beğenmekteydi ama bu beğeni meğersem yaptığım güzel işlerin yüzüme çarpılması için bir sebepmiş.
“Üçüncü katta kibir, dördüncü katta ucub, beşinci katta haset melekleri de bu ameller işlendiği için sevaplarını kulun suratına çarptırıyorlar”
Buyurun, buradan yakın. Gıybetsiz günümüz geçmezken, yaptıklarımızla iftihar eder, gururlanırken, bunlardan geçsek bile kibir geldi çattı. Ne insanlar gördük bugüne kadar tepeden baktığımız. Kılığını, konuşmasını beğenmediğimiz, kendimizi ondan üstün gördüğümüz. Kendimizi ondan daha hayırlı daha faydalı addeddiğimiz.
Oysa üstünlük takvadaydı, unuttuk. Haydi o adam benden daha takvalıysa, nereden bilecektim, takva dışarıdan görünmez, adamın alnında yazmaz ki.
Zaten kalbinde zerre miktarı kibir bulunanın cennete giremeyeceği de (Müslim) bildiriliyordu hadiste.
Meğersem o kadar güzel işler yaptım ettim derken o işlerle kendi kuyumu kazıyormuşum haberim yokmuş. Ne vardı kendimi beğenmeseydim; iftihar, kibir, ucub, bunlar hep nefsin belaları, kendini yüksekte görmeyle, beğenmeyle alakalı ameller.
Ah bu nefsim, hep masum gösterdin bana kibri, kendini beğenmeyi, başkasını aşağılamayı. Oysa Peygamber demiyor muydu hadiste: “Saçı sakalı birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin itibar etmediği niceleri vardır ki, Allah’a yemin etse, muhakkak Allah onun yeminini boşa çıkarmaz” (Tirmizi) diye. O kılığını, konuşmasını beğenmediğin insan ya senden hayırlıysa?
Hele o haset duygusu yok mu? Hadiste de söylüyor peygamberimiz “ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hasedin iyi amelleri yiyip bitirdiğini” (Ebu Davud).
Çığlık atasım, bağırasım var. Ne insanlar var ki, menfaatlenilmeyen işlerde bile başkasına karnı ağrıyor, hasedinden çatlayacak noktaya geliyor, o kişiyi gözünün önünde doğrasalar içinin yağları eriyecek kadar çekememezlik ediyor.
Kendimizi o alanda tek isim, rakipsiz olarak görmek gibi saçma hırslarımız var. Şeytan da öyleydi işte, Adem a.s. yaratılınca irade sahibi varlıklarda tek olma özelliğinin elinden gittiğini görünce kibirlendi, hasetlendi ve iblis oldu.
Eyvah bize, kim kurtaracak bizi şimdi. Oruçlar, namazlar, haclar, zekâtlar, sadakalar… ne var ne yoksa gitti kumlar gibi elimizden.
Daha da bitmiyor. “Altıncı kat semada merhametsizlik meleği” suratımıza çarptırıyor amelerimizi. Tabi siz şimdi “biz kimseyi vurmuyor, kırmıyoruz, dövmüyor, öldürmüyoruz” dediniz de, benim genelde süte su katmak diye tabir ettiğim, özellikle “gıda üretimindeki hileler” merhametsizlik değil midir? Adam gıda üretiyor, içine de Çin tuzu yani Mono Sodyum Glutamat koyuyor. Hayvan dışkısını bile gözü bağlı bir insana yedirtebilecek özelliğe sahip MSG’nin zararları herkes tarafından bilinirken; daha çok, sürekli satmak ve daha fazla para kazanmak için insanları tehlikeli, ölümcül hastalıkların kucağına itmek merhametsizlik değil de nedir? Örnekler çok, uzatmayalım.
“Yedinci kat semada da Riya Meleği” geçirttirmiyor salih amellerimizi. İçinde cihad bile olsa üstelik. Çünkü o amel sırf Allah rızası için yapılmamış. “İnsanlar şöyle şöyle desinler” diye, birileri görüp beğensin diye yapılmış. Ah bu nefsi keşke içimden çıkarıp tek kurşunla öldürebilsem.
Bugüne kadar yapıp ettiğim ne varsa gitti. Paramparça oldu. Geçmişi hatırlayamam ki! Hangi gün gıybet ettim, merhametsizlik yaptığım oldu mu, kimseye hased ettim mi, amellerimle öğündüğüm oldu mu…
Ama bugün yeni bir gün. Tövbe ile bir tesviye gerçekleştirdim. Bari ömrümün geri kalanını da ümitsizlik belasından kaybetmeyeyim. Öyle ya, Müslüman ümit ile korku arasında olmalı. Allah’tan ümidini kesmemeli. Sonu kesin cehennem olan bir iştir zaten “Allah’tan ümit kesmek”.
Evet, bugün yeni bir gün ve benim yine Rabbim’den başka gidecek bir kapım yok.
Sıfırdan, umutla, ümitle, yeni bir heyecanla, yeni bir Allah-u Ekber ile.
(Yazıya konu olan hadis Muaz bin Cebel’den rivayet edilmekte, Ruhu’l-Beyan’da yer almaktadır)