Kâinatın Işığı
On sekizinci yüzyıl İngiltere’sinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt’ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt “Kâinatın Işığı” adını vermişti.
Tablo geceleyin bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu. Adam eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyordu. Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri:
“Güzel bir tablo doğrusu” demişti Hunt’a. “Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da…”
Ressam Hunt bilge bir edayla gülümsedi. Tam da bu soruyu bekler gibiydi: “Adam alelâde bir kapıya vurmuyor” dedi. “Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için de, kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur.”
Tokmaksız Kapı ismi ile şöhret bulan hikayenin iki tablo üzerinden tartışması da var. Görsellerde görebileceğiniz biri elinde fener olan diğeri ise iki eli de boş kapıya dayanmış adamı resmeden eserden hangisi Hunt'a ait olan emin değilim. Ama mühim olan mana ve mesaj çünkü Doğu kültürnde de bu hikayenin bir çok değişik verisiyonu var.
Ve sadece içeriden açılan kapı yakın anlamı ile gönül kapısı daha derin manası ise Allah'a yakınlık derecesini temsil eder. İslam Tasavvufunda bu kapı ancak aşk ile çalınırsa açılır.
Kapıya kadar gelmek ve kapıyı çalmak şeriat kurallarını yerine getirmektir. Ama buraya takılıp kalanlar tokmağa odaklananlara benzer. İçeriden duyulacak tek ses aşkın sesi , kapıyı açacak nefes ancak aşkın nefesidir.
Çünkü sevgili aslında ilk seven (evvel), böylece sevgi kıvılcımını aşıklara sıçratıp sevdiren, aranıp bulunmak istenen ve en son sevecek olan (ahir) dir. Bu yüzden zaten aşıklarını tanımakta ve beklemektedir. Ve arınmış sınanmış bir aşkla gelenleri kabul edeceğine söz vermiştir. Bu yüzden dünya hayatında insanın başına gelecek olumu olumsuz her şey bu aşkın sınavı sayılır. Burası sanal ve geçici bir dünyadır. Ne tokmağa ne yoldaki engellere takılıp kalmamak gerekir.
Mevlana ve ressam
Selçuklu'nun ünlü ressamları sık sık Mevlâna 'nın resmini çizmek ister o da gülümseyerek:
"Yapabilirsen ne âlâ... der ve ayak üzere poz verirdi.
Bir seferinde kaleminden emin olan Aynüddevle resmi çizmeye başladı. Biraz sonra başını kaldırıp bir Mevlâna'ya bir de resme baktı. Hayret etti, olmamıştı. Yaptığı resim hiç de karşısında duran Mevlâna'ya benzemiyordu. İkinci bir tabaka kağıt alarak tekrar çizmeye başladı. Başını kaldırdı. Bu sefer de Mevlâna'yı değişik bir yüzle gördü. Üçüncü, dördüncü tabaka kâğıtlara başlıyor ama her defasında Mevlâna'yı başka görüyordu.
Böylece bir tomar kâğıt harcasa da , yaptığı resimlerin hiçbirisi Mevlâna'ya benzemedi. Hayretler içinde, naralar atarak kalemini kırıp Mevlâna'nın dizlerine kapandığı söyleniyor. Bunun üzerine Mevlâna :
Ah, ben ne de renksiz ve belirsizim.
Ben bile kendimi olduğum gibi göremem.
Sırlarını ortaya koy diyorsun.
Fakat, benim bulunduğum yerde
bu sırları koyacak yer bile yok... diye bir gazele başlar ve ressamı teskin teselli eder.
Mevlâna'nın : "Sen bizim suretimize değil, siyretimize (gidiş yolumuza) bak!" dediği, o günden sonra da Aynüddevle'nin, Mevlâna'nın en sadık bağlılarından olduğu söylenir.
Mevlana'nın bu çizimlerini alıp saklayan gittiği yere görüren sevenleri olduğu da kaynaklarda geçiyor. Fakat döneminde yapılan herhangi bir resmi henüz elimize geçmiş değil.
Görselde gördüğünüz ve çok kullanıldığı için gerçekmiş gibi algılanan resim ise 1960 lı yıllarda Mevlana ile ilgili düzenlenen bir yarışmada İranlı bir çizerin birinci gelen eseridir.
Mevlana’nın gerçek fiziksel özelliklerini taşımamaktadır. Mevlana'ya hiç benzememektedir. Kaynaklar Mevlana'nın 1.80 cm boylarında , oturduğu zaman bile göbeği çıkmayacak kadar zayıf ve olabildiğince kısa sakallı olduğunu aktarmaktadır. Sakal dinde gösteriş unsuru sayıldığından Mevlana ve Şems'in berbere " Kadınlardan ayırt edilelim yeter" şeklinde talimat verdiği ve kirli sakala yakın bir kısalık tercih ettikleri bir çok yerde geçmektedir. Ayrıca Mevlana aktif, yerinde durmayan, dinç , coşkun bir insandır. Bu resim ne kadar yaygın olursa olsun bence de Mevlana'yı hiçbir şekilde yansıtmamaktadır. Hiç kullanılmasa daha isabetli olur düşüncesindeyim.
Ve bir de benim açımdan bak !
Yoksul bir derviş, Horasan şehrinin meydanında güneşleniyordu. Bu sırada bir alay göründü.Cins Arap atlarına binmişler, süslü püslü ipekli elbiseler giymişlerdi. Bellerinde altın kemerler vardı. Derviş birine sordu: ''Bunlar nerenin beyleri acaba?'' Ona, ''Bunlar bey değil, Horasan Amid'nin (maliye bakanının) köleleri'' dediler. Bunun üzerine yoksul derviş başını göğe kaldırdı, ''Ey Allahım! Kuluna bakmayı Horasan Maliye Bakanından öğren !...'' dedi.
Nihayet günün birinde padişah, Horasan'da maliye işlerine bakan bu yetkiliyi, bir yolsuzluk sebebiyle hapse attı. O köleler, bir ay süreyle sorguya çekildiler. Efendilerinin hazinesinin yerini söyletmek için akla hayale gelmedik işkenceler uyguladılar. O kölelerden hiçbiri, efendilerinin sırrını söylemedi. İşkenceler altında öldüler.
O yoksul derviş uykuda iken, ötelerden şöyle bir ses duydu: ''Gel ! Gel ! Kul olmayı maliye bakanının kölelerden öğren...''
Mevlâna / Mesnevi'den
Evet Allah'tan , kullarından , hayattan , hatta kendimizden beklentilerimiz hiç bitmiyor. Ama sürekli birşeyler isteyip dururken bir de karşı tarafın beklentisine , onun bakış açısı ile bakmamız gerekmiyor mu ?
Ve ...
Cuma , Cem'den
Cem buluşmadan , kavuşmadan , birleşmeden geliyorsa
Birliğimize dirliğimize vesile olsun...
Vakt-i Şerif hayrolsun
Hayrlar feth olsun,
Şerler defolsun !
Cumanız kutlu olsun...