Bir dostumun okunması gereken kitaplar listesinde bir kitap görmüştüm. Daha sonra da o kitabı aldım. Hemen okuma fırsatı bulamadım. Bir kaç aydan beri kitaplığımda okunmamış kitaplar bölümünde duruyor. Geçen hafta şöyle bir bakmak ve hatırat türü olduğundan kolay okunacağını düşünerek kitabı aldım ve okumaya başladım. Henüz yarısına gelmeden bu kitabın mutlaka okumayı seven herkes tarafından okunması gerektiğini düşünmeye başladım ve yazıyı bu sebepten yazıyorum.Kitap Kaknüs yayınları tarafından Ekim 2004de yayınlanmış. Yazarın hayat tecrübelerini ve kendisi için ilginç olan olayları anlatıyor. Dili mükemmel. Beyninizi tırmalayacak kelimeler yok. Kullanmamaya da özen göstermiş. Nitekim kendisi de bir fırsat yaratarak neden öz Türkçe kelimeler kullanmadığı için kınandığını anlatıyor.(Sh. 84)Devlet olarak sistemi yönetmek arzusunda olan değerlerimizin nasıl yok edilmeye çabalandığını, kitabı okuyunca anlıyorsunuz. İhtilalin İstanbul Belediye Başkanlığına getirdiği Prof. Kamuran Görgünün yasalaşacağına emin olduğu belediyelerle ilgili çalışmaları defalarca Ankaraya götürmesine rağmen sonuç alamayınca kızgınlığını istifa ederek çıkardığını anlatırken de bu durumu nazik bir sitemle duyuruyor. (Sh 91)Bu durum günümüzde değişti mi derseniz cevap tabiî ki hayır olacaktır. Sizin farklı ve sistemi etkileyecek bir yapınız olduğu anlaşılırsa önce siyasiler, sonra müfettişler gerekeni yaparlar. Tecrübeyle sabittir.Kitabın en önemli kısmının bugün içinde bulunduğumuz ve çıkış yolunu bulmakta zorlandığımız kültürel erozyonu anlatan ve önemini vurgulayan bölüm olduğunu kabul ediyorum. Yazarın Almanya hükümetinin davetlisi olarak Berlini ziyaretinde Adalet bakanı ile yaşadığı bir diyalog içinde gizli olduğunu gördüm. Alman Adalet Bakanı ile görüşmesinde bakana İki Almanya birleşsin istiyoruz. Ancak 19 yıldan beri komünist sistemle yetişmiş olan yirmi milyon Doğu Alman halkını nasıl asimile edeceksiniz? diye soruyor. Alman Bakan bu soru üzerine yanındakilere bir şeyler fısıldıyor ve cevap vermiyor. Sadece görüşmeden ayrılırken yazara Yarınki programında ufak bir değişiklik yapıldığını söylüyor. Gerçekten de ertesi gün yeni programa uygun olarak muhacerat bürosuna gideceklerini anlatıyor. (Sh 97). Gidiyorlar. Orada bulunan görevlilerden birisi yazara Doğu Almanyadan kaçanların bugün ilk sorgusunu siz yapacaksınız diyor. Yeteri kadar Almanca bilmediğini, yanlış anlamaların olabileceğini, kendisini bir gözlemci olarak görmelerini ve gerekirse soru sormasına izin vermelerini istiyor ve sorgulamayı izliyor.On altı yaşında bir genç. Doğu Almanyadan kaçmış. Bir kamyonun tekerlek dingili üzerinde kaçmayı başarmış. Doğu Alman polisi fark ettiğinde ateş etmiş, ama genç sağ olarak batıya geçmeyi başarmış. Bu genç tamamen Doğu Alman propagandası altında büyümüş biri. Komiser tarafından soruluyor. Tamamen komünist eğitim almana rağmen batıya kaçmak nereden aklına geldi? Verilen cevap çok ilginç. İlginç diyorum, çünkü toplum olarak dejenerasyonun artık tarif kabul etmez sınırlarda olduğu toplumumuza yabancı olan bir görüş: Evet biz komünist eğitimle yetiştik ama, unutmayın ki evlerimizde anne ve babalarımız var. Sorgulamayı yapan komiser bu cevap üzerine bana Dün Sayın Adalet Bakanımıza sorduğunuz sorunun cevabını almış olduğunuzu kendilerine bildirelim mi diyor.Evlerimizde anne ve babalarımız var . Bir kez düşünün: Bizim evlerde anne ve babalarımız var mı? Bizde gençlere kültürümüzü aktaracak okullarımız, toplumsal yapı içerisinde nasıl yaşamaları gerektiğini anlatabilen bir toplumumuz var mı? Evime dönerken liselerin dağılma saatine denk gelmemesine gayret ediyorum. Kaldırımı işgal ederek yürüyen, önünüze kadar gelip kendisine yol vermeniz için duran ve çevreden aldığı destekle size sırıtarak bakan bir gençlik. Özel bir okulda annesi yaşında kadının gözleri içine bakarak Yolumdan çekilsene diyebilen biri. Suçlu o çocuk mu? Tabiî ki değil. Tek bir çocuk olsun, hayatımı yaşayayım diyen anne ve babaların yarattığı ortamda yetişen ve şımaran bir kişi o aslında. Giderek topluma yabancılaşan ve daha sonra dışlanacak biri. Anne olmayı çocuk doğurmak olarak gören bir mantığın ürünü o. Maddi olarak kendini rahat hisseden kesimde çocuk her isteği karşılanmak üzere programlanmış. Çünkü bir çocuk istiyorlar. Dünyayı yaşamak için zaman ayırmak lazım. Maddi olarak daha düşük imkanları olanlarda ise çok çocuk yapmak adet. Ve ne kadar saldırgan olursa o kadar toplumdan intikam almak ve ileride bu saldırganlığının hakkını korumak için şart olduğu düşüncesi hakim. İkisi de yanlış. Üzülmek değil, aslında acımak lazım.