İlker Başbuğ niye konuşmuyor?

Genelkurmay Harekât Başkanlığı 3. Destek Şubesi'nin AK Parti ve Gülen Hareketi'ni 28 Şubat'vari yöntemlerle mahvetmeye dönük bir "irtica ile mücadele eylem planı" hazırladığı iddia ediliyor…

Genelkurmay Harekât Başkanlığı 3. Destek Şubesi'nin AK Parti ve Gülen Hareketi'ni 28 Şubat'vari yöntemlerle mahvetmeye dönük bir "irtica ile mücadele eylem planı" hazırladığı iddia ediliyor…

Bu iddianın doğru olduğuna inanmamamız için hiçbir sebep yok…

İnfial halindeyiz…

Öfke içindeyiz…

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, "Bu iş benim sorumluluk alanıma giriyor. Bir basın toplantısı düzenleyerek kamuoyu ile yüzleşmem lazım" deyip dört başı mamur bir açıklama yapmasını bekliyoruz, ama etnik meselelerden cemaatlerin modern dünyadaki yerine kadar her konuda konuşan İlker Başbuğ bu konuda konuşmuyor.

Doğrudan doğruya kendi karargâhı ile ilgili bir skandal (veya skandal iddiası) söz konusu olduğu halde tek kelime etmiyor.

Halbuki, Genelkurmay Başkanlığı sözcüsünün "soruşturma başlatıyoruz" açıklamasıyla geçiştirilebilecek kadar sıradan bir hadise değil bu.

Bizzat İlker Başbuğ, kamuoyunun karşısına geçip, "Böyle alçakça bir plan gerçekten varsa o planı hazırlayan alçaklardan hesap soracağız" demeli.

Veya, "Evet, böyle bir plan hazırladık. İyi ettik. AKP ve Fethullahçılara ne yapsak yeridir" demeli.

Ya öyle ya böyle… İkisinin ortası kabul edilemez!

"Hem hükümeti ve kamuoyunu idare edelim, hem de Menderes'in Genelkurmay Başkanı durumuna düşmekten imtina edelim; ne şiş yansın ne kebap" dengeciliğine son!

Durum ne ise, bütün çıplaklığı ile ortaya çıksın.

En ufak bir şüpheye mahal kalmasın.

Genelkurmay Başkanı'nın, bir konuşmasında, demokratik hukuk devletine bağlılık bildirdiğini ve bu anlayışa uymayan kimselerin Türk Silahlı Kuvvetleri'nde barınamayacağını söylediğini biliyoruz, ama anayasal rejime bağlılık adına anayasanın canına okuyan o kadar çok general gördük ki, böyle beyanların bizi rahatlatması ve hele hele rehavete sevk etmesi mümkün değil.

Başbuğ o söylediklerinde samimi ise, bu son "andıç" meselesini, sivil otoriteye kesin bağlılık bildirmek, darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmak, cuntaların yahut potansiyel cuntaların gözünü korkutmak için harika bir fırsat olarak görmeli.

Görmüyorsa istifa etmeli.

Belgenin gerçek olduğu kanıtlanırsa zaten hepten istifa etmeli.

Hatta, kamuoyunun önünde siyasi / dini / sosyal meselelerle ilgili görüş beyan ettiği gün istifaya zorlanmalıydı.

Üstüne vazife olmayan işlerle iştigal eden asker resminin toplumda maalesef kanıksanmış olması, bu resmin kabul edilemez bir resim olduğu gerçeğini değiştirmez.

Resmin içinde Ergenekon sanıklarıyla dayanışma intibaı uyandıran hareket ve söylemlerin (ayrıca söylemsizliklerin) bulunması da cabası!

Artık "Bütün askeri darbelere lanet olsun! Menderes'i asanların, Diyarbakır ve Mamak zindanlarında milleti işkenceden geçirenlerin mirasını nefretle reddediyoruz. 28 Şubat ve 27 Nisan lekelerini de atıyoruz üzerimizden. Gelmiş geçmiş bütün askeri darbeler, post modern darbeler, muhtıralar ve toplumsal mühendislik projeleri için milletimizden Türk Silahlı Kuvvetleri adına özür diliyorum. Askerlerin siyaset, din, eğitim, ekonomi, sosyal hayat vs, vs, vs ilgili bütün açıklamaları için de özür diliyorum. Bundan böyle ordumuz siyasetin 's'sine bile bulaşmayacak, üstüne vazife olmayan hiçbir işle uğraşmayacak, bütün dikkatini askerlik mesleğine verecektir" diyen bir Genelkurmay Başkanı görmek istiyoruz.

Ama ne görüyoruz?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "cemaatler"le mücadele hakkına (!) işaret eden bir Genelkurmay Başkanı görüyoruz.

Onun için "irtica ile mücadele eylem planı" iddiasına inanmakta hiç tereddüt etmedik.

Askeri savcılığın dün yaptığı "(bu belgenin) Genelkurmay'ın herhangi bir biriminde hazırlanmadığı kanaatine varıldı" şeklindeki açıklamayı ise 'ihtiyat'la karşıladık.

Genelkurmay Başkanlığı konuyu araştırmaya devam edeceklerini bildiriyor, ama biz konunun sivil merciler tarafından araştırılmasını –bunun için gerekli mevzuat değişikliğinin derhal yapılmasını- istiyoruz.

Zira, Hilmi Özkök'ün genelkurmay başkanlığı döneminde bile darbe planlarının 'kol kırılır yen içinde kalır' anlayışı içinde kamuoyundan gizlendiğini ve sorumlulardan hesap sorulmadığını biliyoruz.

Genelkurmay Başkanlığı gerçekten sivil otoriteye mi bağlı?

Öyleyse o otorite kendini göstersin artık!

"Gerekirse dava açarız" gibi tepkiler otorite ifadesi değil, ancak acziyet ifadesi olabilir.

Hakan ALBAYRAK Yeni Şafak