Bilindiği gibi Hz. Peygamber döneminde, ne İslamî ilimler ve ne de mezhepler teşekkül etmişti. Müslümanlar, inanç ve amel konularında kafalarına takılan bir mesele ortaya çıktığı zaman doğrudan ya Kur’an’a ya da Hz. Peygamber’e başvuruyorlardı. Hatta peygamberimiz hayatta iken değişik bölgelere İslam davetçileri gönderiyor, ora ahalisi günlük dini hayatla ilgili bilgileri onlardan şifahi olarak öğreniyordu. Bu durum, kısmen sahabe döneminde de devam etti. Müslümanlar nübüvvet nûrundan uzaklaştıkça, başvuru mercileri çoğaldı. Merci’lerin bilgi birikimi, ufuk genişliği ve yöntemleri farklı olduğu için sorulara verdikleri cevap ve İslam yorumları da farklı olmuştur. Bu durum, Müslümanlar arasında görüş ayrılıklarını beraberinde getirmiştir. Hicrî II. yüzyılın başlarından itibaren İslamî ilimler ve buna bağlı olarak itikadi ve ameli mezhepler teşekkül etmeye başlar. Bu alanda özgün eserler de verilir. Tâ ki bu durum hicrî IV. Yüzyıla kadar devam eder. Hicrî IV. yüzyıla geldiğimizde özgünlük yerini, taklide bırakır. Müslümanlar bilgi kaynaklarını anlama ve kavrama konusunda kişisel olarak imal-ı fikir, cehd gibi özel çabalar göstermekten ziyâde, kolay ve hazırcı yöntemlere eğilim göstermeye başlarlar. Ben bu durumu fast food yiyeceklere benzetiyorum. Elbette bu yiyecekler de bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Fast food teriminin adından da anlaşılacağı gibi, sınırlı sayıdaki ürünlerin önceden pişirilip, ucuz ve hazır hale getirilerek vatandaşın hızlı bir şekilde tükettiği besin maddelerine denmektedir. Hazır hale getirilen bu yiyeceklerden amaç, hızlı ve kolay bir şekilde tüketmektir. Fast food türü yiyecekler kalori açısından tartışılmaktadır. Hatta günümüzde obezite, şeker hastalığı, hipertansiyon ve kalp hastalıklarının tetikleyicisi olarak görülmektedir. Elbette ilmihal geleneği de bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Nasıl ki kalori düzeyi düşük fast food türü yiyecekler zaman içerisinde sağlığımızı bozmaya neden oluyorsa, aynı şekilde, uzman olmayanlar ve İslam’ın kök değerlerinden bîhaber kimseler tarafından yazılan fast food türü kimi ilmihal kitapları da düşünce sağlığımızı bozmaya ve İslam’ı yanlış tanıtmaya sebebiyet vermektedir.
Osmanlı’dan günümüze yazılmış ilmihal kitaplarını değişik başlıklar altında tasnif etmek gerekir. Her bir ilmihalin hitap çevresi ya da fikir borsası, farklıdır. Bu alanda gerçekten hacim bakımından Nimetü’l-İslâm, İmâdü’l-İslam gibi çok mufassal diyebileceğimiz ilmihal kitapları yazıldığı gibi, Mızraklı İlmihal, 54 Farz, 32 Farz, Namaz Hocası vb. gibi oldukça muhtasar kitaplar da yazılmıştır. Diğer taraftan, bazı ilmihal kitapları da mezhep ve tarikatları dikkate alarak yazılmıştır. Örneğin; Hanefi ve Şafii İlmihali, Bektaşi İlmihali, Ehl-i Beyt İlmihali, Tasavvuf İlmihali gibi eserlerin yanında; çocuklara yönelik ‘Yavrularımıza Din Dersleri’ gibi farklı isimler altında ilmihaller de yazılmıştır. Ayrıca, kadın piyasası da ihmal edilmemiştir. Bu sebeple, Hanımlar İlmihali, Küçük Hanımlar İlmihali ve Açıklamalı Kadın İlmihali adı altında çok sayıda eser yazılmıştır. Kadın ilmihallerini kaleme alan müellifler, erkeklerdir. Ben henüz görmedim, acaba bir de ‘Erkek İlmihali’ yazılmış mıdır? Gerçi geçmişte Emine Şenlikoğlu “Buna gerek yoktur, zaten dini yorumların tümü erkeksidir” gibi bir laf etmişti. Son yıllarda ticaret ve iktisadi hayatla ilgili ilmihaller yazıldığı gibi, cinsel hayatla ilgili ilmihaller, aile hayatı ile ilgili ilmihaller, hatta din dışı hayatla ilgili Pozitivizmin İlmihali gibi kitaplar da kaleme alınmıştır. Nasıl ki modern dünyada ilimlerde farklı yeni alanlar ortaya çıkarılmışsa, ilmihal dünyasında da hedef kitle dikkate alınarak ilmihal kitapları telif edilmiştir.
İslam’da kadın-erkek her Müslüman mükelleftir. Örneğin iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, namaz kılmak, oruç tutmak, şartlarını taşıyorsa hacca gitmek, zekat vermek, helâl-haram sınırlarına riâyet ederek yaşamak kadın-erkek her Müslüman için geçerlidir. Dolayısıyla, İslam’ın emir ve yasaklarından her Müslüman sorumludur. Bu konuda cinsiyet ayrımına göre ilmihaller yazmaya gerek yoktur. Aslında İlmihalleri kadın, erkek, çocuk vb. ayrımlara bağlı olarak yazmak yerine, genel manada malumat verecek şekilde herkese hitap edecek bir yöntemle yazmak gerekir. Nitekim yazılmıştır da. Ama, halâ günümüzde bile yazılanlar ne Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’ni ve ne Ahmed Hamdi Akseki’nin İslam Dini ve ne de Muhammed Hamidullah’ın İslam’a Giriş adlı ilmihallerini geçecek niteliktedir.
İlmihal konular işlenirken, esas amacın Allah’la irtibatı sağlama olduğu göz ardı edilmemelidir. Bilgiler akılla birlikte kalbe de hitap etmelidir. Çünkü Türkiye’de büyük oranda İslam algısı, İlmihal kitaplarından besleniyor. Bu algıyı değiştirmek de kolay olmayacaktır. Bu eserler öyle yazılmalıdır ki, ilmihal Müslümanlığı asla, bir bağnazlığı da beraberinde getirmemelidir. Maalesef bu alanda aşırı muhafazakârlık, evrensel bir İslami bakış açısı kazanmayı engellemektedir. İlmihal kültürüyle beslenmiş bazı çevrelerden, Müslümanların tarihinde her şey halledilmiştir, bize düşen ilmihal okuyup amel etmektir gibi tavsiye ve nasihatlere muhatap oluyoruz. Hatta bu bakış açısı Kur’an’ın sadece metnini okumaya cevaz vermekte; meal, tefsir ve hadis kitaplarını okumayı bile yasaklamaktadır. Hâlbuki bir çiçeğin bile yetişmesi için hava aldırmaya ve güneş ışınlarını görmeye ihtiyacı vardır. Nasıl ki bir çiçek bile havasız ve ışıksız bırakılınca ölmeye mahkum oluyorsa, aşırı muhafazakarlık da İslam düşüncesini tarih dışı (anakronizm) kalmaya mahkum kılar. Çünkü tecdîd düşüncesinden uzak, geleneği sürekli tüketen bir zihniyet, olsa olsa, Müslümanlar’ın ve İslam’ın tarih sahnesinden el-ayak çekmesine hizmet edebilirler. Buna hiçbir Müslüman’ın hakkı yoktur.
İslam’da cehâlet özür değildir. Her Müslüman gerek itikat ve gerekse ameli konularda sorumlu olduğu hususları sahih kaynaklardan öğrenmek zorundadır. Bizim geleneksel kelam/akâid kitaplarımızda bile, Müslümanlar’ın araştırmaya dayalı İslam’ı öğrenmedikleri takdirde fâsık kategorisine girecekleri ifade edilmiştir. Her Müslüman itikat ve ibadetle ilgili bilgilerini aklîleştirmelidir. Hele hele günümüzde bu durum, daha çok kolaylaşmıştır. Elbette her Müslüman’ın delilleriyle itikat ve amele yönelik mevzuları kavraması en ideal olandır. Bu açıdandır ki, günümüzde delilleriyle İslam Akâidi ve Fıkhı gibi kitapların yanı sıra, ilmihal kitapları da yazılmaktadır. Ama herkes aynı seviyede olmadığı için, özellikle folk/halk İslam’ı dediğimiz taklide dayalı İslam anlayışlarını benimseyenler için İlmihal kitapları bir kolaycılık ve hazırcılık oluşturmuştur. Doğal olarak bu kitapları tetkik ettiğimiz zaman, delillere dayalı olmaktan daha çok, sonuçlar yazılmıştır. İşin tabiatı gereği, bu kitaplar ekmek yapmak yerine, pişirilmiş ekmek gibi sunulur. Belki bu da ilmihal yazarının bir içtihadıdır. İşte bu eserlerin dili sade olmakla birlikte, okuyucuya evrensel bakış açısı kazandıracak, akıl-gönül sentezini sağlayacak bir insicam düzeninde yazılmalıdır. Bu özelliklerden uzak bir ilmihal, elbette yazarının içtihadı olarak kalacak, okuyanı düşündürmeye değil, yerine göre aklını kilitlemeye hizmet edecektir. Öyle ya, din diye ortaya konulan şeylerin sahih veya sakîm oluşu hangi kritere göre değerlendirilecektir? Kriteri tespit ettik diyelim, okurda bunu yapabilecek bir performans var mıdır? İşte bu açıdan insanların gönül ve kafalarıyla oynadığımızın farkında ve sorumluluğunda olmalıyız.