Müslüman’ın hayatı baştan sona imtihandır. Zira Allah bu canlı grubunu zaten imtihan etmek için yaratmıştır. Hayatın gayesi ve her aşaması ayrı bir sınavdır. Belki de bunun en zor olanı parayla olan imtihandır.
Hadisi şerifte peygamber efendimiz; (SAV) “Sizin yeniden müşrik olmanızdan korkmuyorum. Lakin sizin dünya malına esir olmanızdan korkuyorum.” Buyurdu. Burada korkulan şey, imtihana yenik düşme ve Müslümanların kendini kaybetme endişesidir.
Allah, kimine vermez de imtihan eder, bazısına da çokça vererek… Parası olmadığı için denemeye tabi tutulan mı yoksa imkânları çok olan mı daha şanslıdır? Bunu bilmek zor... Zira maddi imkânlarla memnuniyet duygusu ters orantılı yürüyor. Kimin imkânı daha çok artarsa, memnuniyetsizliği ve açlığı da o kadar artıyor. İnsanın zengin olması, Allah’a şükrünü o oranda ziyade etmiyor.
Geçmiş yıllarda Ramazan ayıydı. Bir özel okulun memuru, masanın altından bir poğaça çıkardı ve “Biliyor musun? Bugün oruç tutmuyorum ve biraz sonra bu poğaçayı yiyeceğim.” Dedi. Ben çok zor şaşırmadım. Olabilirdi, insanlık hali… Hastadır diye düşünüp, geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Biraz da sesini toklaştırarak; “Hayır, hasta değilim…” dedi. Anladım ki benim bir şeyler sormamı bekliyordu. “Hayır mı? Niçin tutmuyorsun o zaman?” Diye sordum. “Patron bana az maaş veriyor, kendisinin altında lüks arabası var ama bana hakkımı vermekte cimri davranıyor. Ben de bunun için oruç tutmuyorum…” dedi.
Aldığı az ücretin intikamını oruç tutmayarak çıkaran bir Müslüman tipi… “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok” atasözü buna denk gelir sanırım. Patrona sorsak, neler söylerdi bilmem… Ama her birimizin imtihan sorusunun farklı olduğu bir gerçek…
Bunun karşısında kazancıyla her yıl umreyle giden ama çalıştırdığı işçinin alın terinden kısan Müslüman tipi de var. Bir Japon iş adamının söylediği veya ona atfen söylenen sözleri sosyal medyadan okumuş olmalısınız. “Türkiye’den gelen iş adamları, yiyeceklerinin helal olması konusunda çok titizler. Bu konuda taviz vermezler. Lakin bizden üretimini istedikleri mallar konusunda ucuza getirmek için her türlü hileli işi de istiyorlar. Bunu anlamakta zorlanıyoruz...” Bireysel yaşamda haramlara yer tanımayan ama toplumsam yaşam ve başkalarının hakkı konusunda haramı mubah gören ucube bir anlayış...
Parayı ve her nevi dünya malını sadece kendisine ve menfaatine hasreden, paylaşma duygusu gelişmemiş cimri bir nesil… Dün cebindeki bir ekmeği kolayca bölüşebilen ama bugün maddi refahı artınca, her şeyi nefsine harcayan Müslümanlar, başka ve ağır bir imtihanın muhatabıdır. Sadece “seçkin bir muhit, elit bir çevre, size özel bir komşular…” diye fazladan ödenerek edinilen evler de buna dâhil olmalı… Birkaç yüz ailenin birbirinden habersiz oturduğu sitelerin komşuluk ilişkilerinden de ayrı bir sorgu gelecek…
Bildiğimiz gibi Nuh (AS) tufana kadar, 950 yıl peygamberlik yaptı. Yani ortalama insan ömrü bu şekildedir. Rivayet edilir ki Nuh’un (AS) döneminde bir kadının 250 yaşlarındaki bir oğlu ölüverir. Kadın da buna “Ah yavrum! Genç yaşında öldü. Gün görmedi…” diye ağlar. Nuh (AS) “Ağlama! Bu insanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki insanlar sadece 60 - 70 yıl kadar yaşayacaklar.” Diye teselli eder. Kadın bunu duyunca hayretle: “Gerçekten mi? O zaman insanlar, gölgesine oturmak için iki taşı yan yana koyacaklar mı? Böylesine kısa bir ömür için dünyayı imar edecek değiller herhalde…” diye cevap verir.
Mala esir olmadan, mal biriktirmenin yükünü omuzlamadan cennete hazırlanmak gerek.