Mevlana Celaleddin Rumî (ö. 1273) Belh’te doğdu ve Moğol istilası üzerine babası oralardan kalkıp Konya’ya geldi ve yerleşti. Yaşar Nuri Öztürk’ün Mevlana ve İnsan (Yeni Boyut Yay., İst., 1992) adlı eserindeki bilgilere göre ise, hicretlerinin nedenini müfessir Fahruddin Râzî (ö. 606/1209) ile çekişmelerine bağlayanlar da var. Rumî’nin eserlerinde Razi’nin tenkit edilmesi, bu zatın kof ve kuru bilginin, aşk ve ilhamdan uzaklığın sembolü olarak gösterilmesi de bunu destekliyor.
Yaşar N. Öztürk, Rumî üzerinde etkisinin büyük olduğu söylenen Tebrizli Şems’in (ö. 1247) “özgürlüğün yürüyen bir modeli” olduğunu söylese de onun özgürlüğünün ucu epeyce açık görünmektedir. Öztürk’ün aktardığına göre, Evhaduddin Kirmani Şems’in müridi olmak istemişti. Talep karşısında Şems, “Sen bizim sohbetimize dayanamazsın. Mesela, Bağdad pazarında halkın gözü önünde şarap içebilir misin? Bana şarap getirebilir misin veya ben içerken yanımda oturabilir misin?” şeklinde sorular sorunca Kirmânî ona olumsuz yanıt verdi. Şems de ona, “O halde benden uzak dur.” dedi. Doğruysa bu anlatı, uzak olsun böyle imtihan! Gören de diyecek ki, Şems işgalci Moğollara karşı mücadele edecek ajan yetiştiriyor! Bu saçma sapan imtihan konusundaki doğru tavrı nedeniyle Kirmânî’ye tebrikler! Allahu Teala onu ahirette salih kulları arasına katsın. Aynı Şems, -Öztürk’e göre- İbn Arabi’yi de şeriat kurallarını zedelediği için ağır bir biçimde eleştirmiş. İnşallah ikinci tavrı üzerine hayatı son bulmuştur.
Öztürk’ün kitabında Şems’in diğer bir imtihanının muhatabının da Rumî olduğu belirtilmekte. Şems Konya’ya gelince Pirinççiler veya Şekerciler hanına inmişti ve Rumî ile aralarında şöyle bir diyalog yaşandı:
-Muhammed mi büyüktür, Bâyezid Bistâmî mi?
-Bu nasıl soru? Elbette Muhammed büyüktür.
-İyi ama Muhammed, “Kalbim paslanır da bu yüzden Rabbime günde yetmiş kez istiğfar ederim.” diyor. Bâyezid ise, “Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim. Zuhurum ne kadar da büyüktür.” diyor. Yine o, “Cübbemin içinde Allah’tan başka bir şey yok.” diye ilave ediyor. Buna ne dersin?
-Hz. Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makam ve mertebeye vardığında bir önceki makamdan istiğfar ediyordu. Bâyezid ise, bir tek makamda kaldı ve bu makamın en yüce makam olduğunu sanarak öyle konuştu.
Rumî bu sözlerle imtihanı geçmiş oluyormuş. Bir defa bu sorular abes. Müslüman bilir ki, bir peygamber ile -ne kadar büyük olursa olsun- peygamber olmayan bir zat, üstünlük açısından karşılaştırılamaz. Hele hele –Şems’in söyledikleri iftira değilse- veli kabul edilen bir zatın kendisinde ilahi vasıflar olduğunu vehmedip ilan etmesi kesinlikle reddedilmelidir. Şems’in sorduğu türden sorular yanlıştır. Velev ki, üstad/veli vs. kabul edilsin. Şeriat sadece fakihleri ve veli kabul edilmeyen Müslümanları bağlamaz. Şeriattan kendisini bağımsız hisseden veli olamayacağı gibi ahirette de bunun hesabını kolay veremez. Ek olarak, Rumi’nin cevabında da –Şems’e cevabı bağlamında- derinlik olduğunu da söylemek mümkün değildir. Zira Bâyezid’in söylediği gayr-ı İslamî sözler bir makam düzeyinde değildir. Çünkü makam bir seviyedir ve onun yukarıda belirttiğimiz ifadeleri “seviye altı” olup tevbe gerektiren ve “haddi aşan” sözlerdir ve onlarda hikmet aramaya gerek yoktur.
Yukarıda üç tarihi kişiliğin “bir kısım ifadelerine” dair yaptığımız tenkitlere mesnet teşkil eden sözler ve nakiller doğru ise başlıkta söylediğimizi tekrar söyleyelim: “İmtihanınız sizin olsun!”