Polisi gördüğünde yavaşlamadan önce takometreye baktı. Hız limitinin 80 olduğu yerde 120 ile gidiyordu ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis tarafından durduruluyordu. Bir insan nasıl bu kadar şanssız olabilirdi?
Arabasını sağa çekti. “İnsaallah şu anda yanımızdan daha hızlı bir araba geçer” diye duşünüyordu.
Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi. Birden gelen polisin mahalleden komşuları olduğunu farketti. İyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü. Tanıdığı bir polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettigi için.
- Merhaba. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç…
- Merhaba.
Polis hiç gülümsemiyordu.
- Karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın beni.
- Evet öyle.
Memur umursamaz görünüyordu.
- Son günlerde eve hep çok geç gittim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç görmedi. Ayrıca eşim bana bu akşam patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?
- Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğini de biliyorum, diye cevapladı memur.
“Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek gerekli” diye düşündü.
- Beni kaç ile giderken yakaladın?
- Yüzyirmi. Lütfen arabana girer misin?
- Ah dostum, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda takometreye baktım. Sadece 65 ile gidiyordum.
- Lütfen arabana gir, diye üsteledi polis memuru.
Canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak kapattı. Memur not defterine bir şeyler yazdıktan sonra kapıyı tıklattı. Ağırdan alarak arabasının penceresini açtı. Memur bir kağıt verdi ve gitti.
“Ceza değil bu” diye kendi kendine söylendi. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu:
“Sevgili Dostum, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü. Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 ay hapis cezasıydı bu. Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben… Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kere de başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hâlâ kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et, tek bir oğlum kaldı.”
Bir süre yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra kendine gelip, yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı.
EN BÜYÜK MUTLULUK
Üzerinde en iyi giysisi bulunduğu halde yemek odasına hızla girdi. O gece bir toplantısı vardı ve hazırlanmaya çalışıyordu. Hazırlıklarını süratle sürdürürken gözü dört yaşındaki kızına ilişti. Kızı, radyodaki müziğin ritmine ayak uydurmuş dans ediyordu.
Geç kaldığı için acele ediyordu. Fakat içinden gelen bir sese uyarak kızını seyretmeye başladı. Sonra ona eşlik etmeye başladı. Kızının elinden tutmuş onunla birlikte dans ediyordu. Yedi yaşındaki kızının gruba katılmasıyla büyük bir coşku başladı. Üçü birden yemek odasında başlayıp, salonda biten çılgın bir dans sergilediler. Radyodaki şarkı bir anda bitiverdi; tabii dans da… İkisinin de yanaklarından küçük bir öpücük alarak onları banyoya yolladı.
Küçük kızlar merdivenleri nefes nefese çıktılar. Anneleri seslerini duyabiliyordu. Eğilmiş, iş çantasına dosyalarını yerleştirirken, küçük kızın ablasına, “En iyi anne bizim annemiz, değil mi?” dediğini işitti.
Kadın birden dondu kaldı… Kendini yaşamın koşturmacasına kaptırıp, o güzel anı kaçırmak üzere olduğu için suçladı. Ofisinin duvarlarını süsleyen ödülleri, diplomaları geldi aklıma. Elde ettiği hiçbir başarı, hiçbir ödül bunun yerini tutamazdı: “En iyi anne bizim annemiz, değil mi?”