Anlamak, anlatmak ve anlaşılmak ifadelerini bazen açıklamakta aciz kaldığımız anlar oluyor. Bu ifadelerin ne anlama geldiği konusunda etrafında bulunan üç beş kişiye sorsan , oldukça basit gözüken bu sorulara gayet kolay cevaplar verilebilecektir.. Yirmi birinci yüzyılın berbat akışına kapılan insanlar, bilgiye karşı özel ve ciddi bir ilgi göstermelerine rağmen, gösterdikleri bu bilgi ve bilgi anlayışları da kimliklerine uygun kaskatı bir anlayıştır.
Çağdaş kültürün kurbanları olan biz insanların bilgilenmesi ile bilgisayarlara bilgi yüklenmesi arasında pek bir fark olmadığı aşikârdır. Önemli olan, bilginin anlaşılması ve pratik hale getirilmesi insanın en önemli özelliği değil mi? İnsanı şerefli kılan insanı üstün kılan, insanı başka yaratıklardan ayıran bu özellik değil mi?
Ama bilgi çağında yaşayan insanoğlunun bilgiyi kullanım şekli bir bilgisayardan farklı olmadığını görmekteyiz. Buna birçok örnek verebiliriz ama en basit bir örnek verelim şehirlerarası yollarda belirli hız sınırında seyretmesi gerektiğini küçük büyük her insan bilir, eğer daha fazla hızlı giderse kaza yapma riskinin yüksek olacağını bildiği halde yinede sürat yapar ve bu hatayı hayatı ile öder.
Bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki insanoğlu mekanikleşiyor ve öğrendiklerinden korku duymuyor, algılamıyor. .
Söyleyin bakalım Hangi bilgisayar, kendisine yüklenen bilginin içeriğine göre bir korku, bir umut, bir sevinç, bir üzüntü, bir endişe, bir huzur, bir mutluluk hissedebilir? Hissetmezler ve hissedemezler! Duyguları ve kalpleri yoktur.
İşte kalpsiz bilgisayarlar ile kaskatı kalplere sahip insanlar arasında, bilgilenme açısından önemli bir fark olmadığını bu noktada görüyoruz. Çünkü günümüz insanlarının sahip olduğu birçok bilgi, kalbi bağlantısı olmayan akli bilgilerdir.
Bu bilgiler sadece aklı muhatap olan bilgiler olsaydı, tabi ki bir eksiklik, bir tehlike veya bir bunalım söz konusu olmayacaktı. Ne var ki hem aklı ve hem de kalbi muhatap alan bilgiler, sadece akli olarak kabul edildiği zaman, bu çağdaş hastalığa bulaşan insanların vahim durumunu görebiliyor ve bu vahim durumun bazı nedenlerini anlayabiliyoruz.
Bilgilenme noktasında kendisini gösteren bu hastalık, günümüz insanlarının genelinde var mı?
Bu soruya “Ne yazık ki var.” diyebilecek kadar meseleye vakıf değilseniz, bu genel soruyu bir kenara bırakarak kendi durumunuzu değerlendiriniz.
Suyun iki hidrojen bir oksijenden meydana gelmesi, yüz derecenin üzerinde buharlaşıp, sıfırın altında donması gibi bilgiler de, sizlere sevinç ve üzüntü vermeyen yani kalbinizi etkilemeyen bilgilerdir.
Ancak size farklı bir şey söyleyeceğiz. İlahi vahiyden kaynaklanan bu ifadeyi lütfen çok dikkatli okuyunuz.
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a, yaptıklarınızdan ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan hesap vereceksiniz.
O halde siz söyleyiniz, ne oldu?
Son cümleyi okuduktan sonra neler hissettiniz?
“Ne yapacağım? Nasıl hesap vereceğim?” sorularıyla karşılaştınız mı?
Bu sorular sizde büyürken, sorunun merkezinde tutsak kalarak ve dehşetli bir endişeyle titreyerek küçüldüğünüzü hissettiniz mi?
Nefes borunuzu tıkayan korkularda boğulurken, bükülmüş boynunuzla “Ya Rahman, ya Rahim olan Rabbim.. Ancak Sana sığınabilirim ve ancak Sana sığınabiliyorum..” dediniz mi?
Yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı hatırlayarak, bunları biran önce yapabilme arzusunu yaşadınız mı?