Geçtiğimiz hafta İran’daydık. Diyanet İşleri Başkanımız riyasetinde bir heyetle üst düzey bir ziyaret yaptık. Dini liderden, Cumhurbaşkanına pek çok üst düzey ziyaret ve görüşmelerde bulunduk. Toplantılarda Sayın Başkan, Türkiye olarak söylenmesi gereken ve söylenebilecek her şeyi usulüne uygun olarak söyledi, adeta haykırdı. Olumsuz bir şeyle karşılaşmadık. Başkent Tahran ve İlim merkezi Kum’a yaptığımız bu ziyaretlerdeki izlenimlerimizi şöyle özetleyebiliriz:
Özellikle Kum bir ilim merkezi. Pek çok medrese ve eğitim kurumunun kümelendiği, uluslararası el-Mustafa Üniversitesinin bulunduğu bir şehir. Manevî ve ilmî hava her yerde hissediliyor. Görkemli eğitim merkezleri, mescidler ve çok sayıda kütüphaneler.
İlim yolcularının ciddi bir eğitimden geçtikleri anlaşılıyor. Zaten Huccetü’l-İslam, Ayetullah, Merci-i tercih, Ayetullah i Uzma-İmam olabilmek için toplamda 17-20 senelik bir tahsil gerekiyormuş. 20-30 cilt tefsir yazan ilim adamları var. Âyetullahların konuşmalarında felsefî derinlik hemen fark ediliyor.
İlim adamlarının etkinliği her yerde hissediliyor, giyim kuşamlarıyla, sakallı heybetli görünüşleriyle, hizmetlerinde dönen adamlarıyla manevî atmosfer oluşturuyorlar. Bizde olmayan bir şeyi söylemem gerekiyor: 70-80 yaşlarında fiziken dinç, ilimce donanımlı, heybetli Ayetullahlar, en üst düzey kurumların başında aktif olarak görev yapıyorlar ve uluslar arası görüşmelerde bulunuyorlar. Bizdeki ilim adamlarının devletten maaş almaları ve emekli olmaları böyle bir şeye imkân bırakmamış. Anlaşılan bu insanların kendileri için yaşamadıkları, çalışıp çalışmayacaklarına, emekli olup bir kenara çekilip çekilmeyeceklerine kendileri karar vermiyor. Orada gördüğüm bu manzara karşısında düşündüm, bizde bu özelliklerde kaç kişi çıkar diye! 70-80 yaşında birikimini, etkinlik ve yetkinliğini aktif olarak hizmette kullanan on kişi sayamadım! Bizde sistem bu özellikte olanları, devre dışı bırakıyor ve diri diri kabre koyuyor!
Kadınlar hep başörtülü, ancak onları üç grupta değerlendirmek mümkün: Allah’ın emri olduğu için şuurlu bir biçimde örtünenler, gelenek olarak örtünenler, kanunî zorunluluk olduğu için örtünenler. Bu üçüncülerin usulen başlarına örtü aldıkları iğreti oluşundan ve kâküllerinin açık oluşundan, diğer giyimlerinden anlaşılıyor. Bunlarla yasal zorlama ile dinî emirlerin uygulanamayacağı ortaya çıkmış oluyor. İran kadınları sosyal hayatta çok aktif olmasına rağmen, sokakta pazarda, toplantılarda saçılıp dökülmüyor!
İran’da hayat, Avrupa’daki gibi sabah namazı başlıyor. Mesai erken saatlerde başlıyor. Biz de çoğu görüşmelerimize sabah namazı ve kahvaltıdan hemen sonra gittik. Gökdelenleri, üst ve alt geçitleriyle gelişen İran’ın başkenti Tahran’da yoğun bir trafik akışı, zaman zaman insanın sabrını zorluyor.
Tahran ve Kum, yapılaşma bakımından gelişmeye devam ediyor. Savaştan uzak kalınca yatırımlar artmış, çok büyük binalar yapılmış ve yapılmakta. Son derece ihtişamlı mescid ve ilim havuzlarında salon ve binalar yapılmış.
15 milyonluk Tahran’da minareli büyük cami az gözüküyor. Ancak 3500 kadar mescidin olduğunu söylediler. Cuma namazları tek yerde kılındığı için bizdeki kadar Cuma namazı kılınmıyor.
Ezan sesi pek duyulmuyor. Namazlar üç vakitte tamamlanıyor. Sabah namazı, vaktinde; öğle ikindi, öğle vaktinde; akşam yatsı namazları, akşam vaktinde cem olarak kılınıyor.
Ezana Eşhedü enne aliyyen veliyyüllah ve es-Salâtü hayrün mine’l-amel cümleleri eklenerek okunuyor. Farz namazları imam-müezzin birlikte kıldırıyorlar. Namazda, müezzin de pek çok dua okuyor. Genel olarak bakıldığında bizim kıldığımız namaz kılınıyor, yalnız bizim dua yaptığımız yerlerde onlar uzun uzun duaları, sesli okuyorlar. Bir seferinde onlar bizeuyarak akşam namazını kıldılar, bir seferinde de biz onlara uyarak akşam namazını kıldık. Genel olarak baktığımızda namaz aynı namaz, rukünler yerine geliyor. Mevlâ kabul etsin!
İran’da tabandan tavana herkes diplomatik dili iyi kullanır, dediler. Doğrudur, ama öyle olsa bile komşumuz, tarihi ilişkilerimiz ve ortak pek çok şeyimiz olan bu ülke ile ilişkilerimizi sürdürmek ve geliştirmek zorunda olduğumuz bir gerçek. Zira ülkede çok sayıda Şiî ve Sünni dindaşımız, çeşitli vesilelerle orada bulunan kendi vatandaşımız ve Türk unsuru çok sayıda insan yaşamaktadır. Kullandığımız Türkçemizde pek çok kelime İran dili Farsça’dan bize geçmiş. Özellikle Hüdâ, Peygamber, Abdest, Namaz, Oruç gibi temel dini kavramları biz hep Farslardan almışız ve halen kullanmaktayız. Bizim divan edebiyatımıza Fars dili hâkim. Mevlânamız başta olmak üzere pek çok şair divanını bu dilde yazmış. Farsçaya ve Farslara kayıtsız kalamayız. Yanı başımızdaki İran, Türkiye’miz için önemli bir Pazar. Hem ticarî, hem kültürel, hem bilimsel bir Pazar. Bu pazara uğramalı ve iyi değerlendirmeliyiz.