Merhum Prof. Dr. Hasan Onat, İSAV tarafından 2013 yılında yapılan “Tarihte ve Günümüzde Selefilik“ konulu Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantıda yaptığı sunumda, “İslam Ortak Paydası” vurgusu ile bugün kimi kesimlerce inadına yapılan ayrıştırmaya karşı bir duruş geliştirir. Hoca, sadece buradaki sunumunda değil, takip edenlerce de bilinecektir ki, yazılı, sözlü tüm çalışmalarında aynı vurguyu yaparak vahdet tasası üzere bir ömür sürmüştür. Beşeri oluşumların, dinin aslı gibi kabul edilerek, yorumun, esasın yerini almasının sıkıntıları üzerinde durmuştur.
Hasan Onat’a göre, özellikle son iki asırda gittikçe derinleşen, dinden meşruiyet devşiren Müslümanlar arası çatışmaların temelinde, dinin insan hayatına anlam kazandıran kodlarının çözülmesi, dinin şekle indirgenmesi ve ayrılıkçı duruşların dinle temellendirilmesi yatmaktadır. Çözüm arayışında bilginin yeniden itibar kazanması ve bilgi kaynaklarının meşruiyetinin, esasen bilginin meşruiyeti anlamına geldiğini unutmamak gerekir.
Hasan Onat, İslam’ın erken dönem ile ilgili en azından üç farklı tarih inşaının mevcut olduğunu hemen söyleyebiliriz. Diyor. Ona göre bunlar, “Harici”, Şii ve “Sünni” tarih algılarıdır.
Hariciler, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemini idealize ederler. Hz. Osman’ı ilk altı yıldan sonra, Hz. Ali’yi de Tahkim ’den sonra tekfir ederler. Şia, hilafetin/imametin Hz. Ali’nin hakkı olduğuna inandığı için, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ı Hz. Ali’nin hakkını gasp edenler olarak görür; Hz. Ali ve Oniki imamlar dönemlerini kutsar. Ehli Sünnet ise, Hz. Peygamber’in yaşadığı zaman dilimi ile birlikte Hulefa-i Raşidin adı altında dört halife dönemini, İslam’ın en ideal zaman dilimi olarak görür; hilafet sıralamasını aynı zamanda fazilet sıralaması olarak kabul eder.
Hocaya göre, birbirinden büyük ölçüde farklı olan tarih algıları, Müslümanların birlik, beraberlik içinde olmalarına, “İslam Ortak Paydası” bilincini geliştirmelerine mani olmaktadır. Hoca, aynı şekilde Müslümanların farklı mezheplere ayrılmasının da, bu ayrışmanın çatışmalara dönüşmesinin de temelinde yatan unsurlardan birisinin, tarihin inşa edilmiş olduğunu görememek ve her grubun kendi inşa ettiği tarihle birlikte İslam’ı kendi tekeline almak olduğu şeklinde bir tespitte bulunuyor.
Şii-Selefi kutuplaşmasının da muhtemel bir Şii-Sünni mezhep çatışmasının da önlenebilmesi, Müslümanların kendi aralarında barışı tesis ederek, yüksek güven kültürü yaratabilmesi, keyfi tarih inşalarında kurtularak, gerçeklerle örtüşen bir tarih inşa etmekle mümkün olabilir. Her grubun, her mezhep ve fırkanın daha doğru bir ifade ile her beşeri oluşumun kendi algısını Sahih İslam olarak görmesi, sadece kendisinin “Fırka-i Naciye” olduğuna inanması, İslam ortak paydasında buluşmak zorunda olan ümmetin en büyük açmazlarından birisidir. Hocaya göre Müslümanların tekfir mekanizmasını kolayca işletebilmesinin de, kolayca çatışmaya sürüklenebilmesinin de bu algı biçimi ile irtibatlı olduğu açıkça görülmektedir.
Hocanın İslam ortak paydası diye tanımladığı ilkeler, herhangi bir kimsenin kendisini Müslüman hissetmesini sağlayacak, İslam’ın olmazsa olmazı çekirdek unsurlardır. En temelde hiç kuşkusuz, bütün peygamberlerin çağrısının özünü oluşturan Tevhid ilkesi vardır. Bunun iki destek unsuru ahiret ve nübüvvet inancıdır. Bunlar, Kur’an’da açıkça iman esası olarak zikredilmektedir.
Hasan Onat, yaşanan olumsuzlukları meşrulaştırabilmenin, Müslümanlar arasındaki güç ve iktidar mücadelesini, bunun sonucu olan çatışma ve ölümleri akla uygun hale getirebilmenin en uygun yolu, toplumsal bellekte diri olan anlam çerçevelerini kullanmak ve düşman algısı yaratmaktır diye bir tespitte bulunuyor. Esası iktidar ve güç kavgası olan çatışmalar, tarihteki adı ile “Şii-Sünni” günümüzdeki tezahürleri ile “Şii- Selefi” kutuplaşması olarak karşımızda durmaktadır.
Hasan Onat’a göre İran, dünyanın her yerindeki Şii’leri, kendi egemenliği için her zaman harekete geçirebileceği bir güç olarak görmekte, tarihten yararlanarak düşman algısını diri tutmakta, büyük Şii kimliğini inşa etmeye çalışmaktadır. Suudi Arabistan ise, çekiciliğini kaybetmiş Vehhabilik yerine “Selefilik” gibi, geçmişe yönelik özlemleri çağrıştıran bir kavramla hem Şii olmayanların sempatisini kazanmaya hem iktidarına yönelik eleştirileri hafifletmeye, hem de en büyük tehdit olarak gördüğü İran’a karşı destek ve meşruiyet kazanmaya çalışmaktadır.
Selefiyye herkesin, içini; duruşuna, amaçlarına, beklentilerine göre kolayca doldurabileceği, isteyenin istediği zaman dilimi ve istediği zihniyeti ifade için kullanabileceği, tabir yerinde ise, “maymuncuk” gibi bir kavramdır. Neticede, tarihte Şii-Sünni kutuplaşması olarak var olup küllenen ve fakat Suriye iç savaşı ile alevlenen ve Şii-Selefi çatışması olarak tezahür eden çatışma, bir dini çatışma değil, iktidar sahibi olmaya dönük siyasi bir inisiyatif çatışması olduğunu unutmayalım. Nüfuz alanı genişletme çabasının, dinin egemen kılınması gibi algılatılması, Suud açısından arka planda sinsice duran ABD-İsrail birlikteliğini perdeleyemeyeceği gibi, İran’ın da Suriye’de katliam yapan rejime, sözde dini referanslarla destek vermesinin üstünü örtemeyecektir.
Neticede bilmeliyiz ki; temel hak ve özgürlüklerinin en çok ihlal edildiği, yüksek güven kültürünün oluşturulamadığı yerlerde Müslümanlar yaşamaktadır. İslam açısından imanın bireysel bir tutum olduğu unutulmadan, coğrafyamızda bitmek bilmeyen iç savaşların sona ermesi hiç değilse dozunun düşmesi için Hasan Onat’ın İslam ortak paydası diye takdim ettiği Tevhid, Nübüvvet ve Mead konusundaki mutabakatın yeterliliği konusunda mutabık olmamız gerekiyor.