İslamcı kesim 90’larda bitti

Hasan Kaçan… Gırgır ve Hıbır’la başlayan mizah serüveni ekranlarda devam eden bir isim. O’nunla Sultan Alaaddin rolünü canlandırmak için geldiğinde Mevlana Kültür Merkezi’nde görüştük.

M. Cemile BİÇER


 


TELEVİZYONA ÇIKINCA KAYNANA


SEMRA BİLE MEŞHUR OLUYOR


-Gırgır, Fırt ve Ustura Arıza dergilerinden sonra Yeni Şafak’ta siyasi çizgiler ve arkasından  Televizyon geldi. Böylece adınızdan söz ettirdiniz. Nasıl oldu televizyonun sihirli dünyası mı alıp götürdü sizi?


-En başta şunu söyleyeyim. Televizyona çıkınca Kaynana Semra bile şöhret oluyor. Şöhret olmak kalıcı bir şey değil. Bugün var yarın yok. Gelip geçiyor. Yaptığın şeyin tesiri önemli, insanlarda nasıl bir iz bırakıyor, o önemli. Biz Türkiye’nin en çok satan dergilerini Gıgır ve Hıbır’ı çıkardık ama tabi ki dergideki mizah ustası, ekrana çıkanlar kadar tanınmaz. Ancak bilenler bilir. Gırgır döneminde yeşilçam oyuncularından sonra Türkiye’nin en çok bilinen adamları bizdik.


Yüzünüzü tanıtan Heredot Cevdet rolü mü oldu?


Evet ama o rol Ekmek Teknesi’nin içinde küçük bir tattır, nüanstır yani. Burada önemli olan ne vermeye çalıştığımız oldu. Bu diziyle iyi bir şey vermeye çalıştık insanlara. Sadece bu diziyle değil, şimdiye kadar ne yaptıysak böyle oldu.


-Ustura ve Arıza’da iyi bir şey mi yaptınız?


-Ha Ustura ve Arıza’da yanlış yaptık, yanlış bir yöntem izlemişiz. Neden derseniz, çünkü taassupla bir yere varılmıyormuş. Ya da taassup sahibi insanlarla mizahı buluşturmak çok zor. Mizah açık-kapalı insanların işi. Ekmek teknesi’nde bunu yaptığınız zaman bütün kitlelere ulaşabildik.


-“Müstehcenliği kullanmadan mizah yapılamaz” anlayışını ortadan kaldıran iyi bir deneyimdi Ustura ve Arıza oysa…


-Evet Ekmek Teknesi’nde böyle bir şey yoktu ama bildiğiniz gibi hepsinden zirve oldu. Doğru bir kanalı yakalayınca Allah da nasip edince güzel işler ortaya çıkabiliyor.


-Peki Heredot Cevdet’i mi oynamak kolaydı yoksa tarihi şahsiyetleri mi Sultan Alaaddin’i oynadınız Konya’da mesela?
Sultan Alaaddin’i oynayamayız orada yaptığımız şey canlandırmaydı. O kadar insanın karşısında heyecanla yaptığımız iş de bir nasipti sonuçta. Geldik ve Mevlana’nın huzurunda olduk. Ancak ikisini karşılaştıramayız. Birisi uydurma bir şey diğeri kanıyla canıyla bu topraklardan gelip geçmiş bir şahsiyet.


-Yeniden çizgiye dönelim. Ustura’dan sonra Arıza ve Yeni Şafak’ta çizgiler sonra çizgi bitiyor. Bitirdiniz mi gerçekten? Ya da bir süre sonra bitmeli miydi?


TELEVİZYON DAHA ETKİLİ


İnsan bir işin hakkını vererek yapmalı. Ben Ekmek Teknesi’nde çalışırken aynı zamanda Yeni Şafak’ta da çiziyordum. Ama bir süre sonra artık iş yetiştirmeye başladım yoğunluktan. Çizgilerin tadı tuzu kaçmaya başlayınca “Bu iş böyle olmayacak” dedim ve gazeteyi bıraktım. En başta yaptığınız işi hakkıyla yapacaksınız ve zevk alarak yapacaksınız… Mizah devam ediyor. Çizgiyi bırakınca mizahı bırakmış olmuyorsunuz. Çizgiyle yaptığınız işi ekranda lafla yapıyorsunuz değişen bir şey yok aslında. TV daha etkili kim ne derse desin.


-Çizgiye elveda dediniz mi peki?


Yok bırakmadım bırakamam da. Yeni Şafak’tan sonra bir süre Akşam gazetesinde devam ettim. Bıraktım değil ara verdim. Araya film işi girdi. Yeniden devam edeceğim inşallah. O bizim evladımız, ondan vazgeçemeyiz.


ŞU KESİM BU KESİMDEN ZARAR GÖRDÜK


-Tırnak içinde ifade edersek bugün muhafazakar kesim -bu eskiden “İslamcı kesim” şeklinde ifade edilirdi- mizaha çok mu uzaktı ya da hala uzak mı?


İslamcı kesim dediğiniz söylem eskide kaldı. Bugün çevrenizde olan farklı giyim kuşam ve kültürden insanlarla ilişki içindesiniz. “İslamcı kesim” diye sınıflandırma işi 90’lı yıllarda bitti. Farklı kültürlerden insanları ortak bir noktada buluşturuyoruz biz. Mizahın başarısı bu işte. Türkiye’de insanlar bu yüzden zarar gördü. Şu kesim bu kesim ayrımından kimse fayda görmedi. Sanatı insanları ayırmadan tanımlamadan kategorize etmeden herkes için yapmak gerekiyor.


-Herkes için yaptığınız işler neden tutmadı? Çıkardığınız dergileri neden insanlara aldıramadınız, güldüremediğinizden mi? Yoksa başka bir durum mu vardı?


Başta da söylediğim gibi yanlış bir yöntem izledik. Gırgır ve Hıbır’dan değil Ustura ve Arıza’dan bahsediyorum. Anladım ki muhafazakar çizgili bir mizah dergisi olamaz, olmamalı. Biz bunu son çıkardığımız dergilerle anladık. Böyle bir şey eşyanın tabiatına tersmiş. Mizah normalde insanların gündelik hayatta göremedikleri fark edemedikleri şeyleri yakalayabilme yeteneğidir. Muhafazakar adam normal hayatta bakamayacağı şeyi bir mizah dergisinde görmek istiyor. Ama senin derginde muhafazakar çizgide olmayan dergilerde gördüğü şeyi göremiyor. Onu alınca kendini kötü hissetmiyor. Küçük bir detay senin derginde dikkat çekiyor.


-Mizah nasıl bir seyir izledi? 5-6 yıl önce ekonomik bunalımdan Türk toplumu kafayı yemek üzereydi. Sizin için de çok müsait bir alan vardı. Yaşanan ekonomik gelişmeler, psikolojik rahatlamalar, “iyiye gidiş” diyelim tırnak içinde, sizin alanınıza müdahale mi oldu. Ya da malzemeniz tükendi mi? Artık kafayı yemek üzere olanlar azaldı mı?


-Ben malzemenin tükendiğini zannetmiyorum. Mizahın alanı değişti diyebilirim. Eskiden iyi bir mizah dergisi 200-300 bin satardı, şimdi toplasan hepsi o kadar satmıyor. Televizyonlar çoğaldı, şov programları arttı. Tiyatro sinema yaygınlaştı. Kültür değişiyor yani. Bir dönem yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türk sineması şimdi yeniden dirildi. En muhafazakar insanda bile bir sinema kültürü oluştu. Mizah alan değiştirdi. Dergilerden daha görsel alanlara taşındı yani. Dergiler azaldı bitecek belki de.


CEM YILMAZ’IN YAPTIĞI ALLAH VERGİSİ BİR ŞEY


-Dergilerin yerini stand-up mı aldı şimdi?


Sadece stand-up almadı. Bir çok şey aldı. Televizyon aldı hatta şarkılar aldı. Abuk subuk şarkılara gülüyorsunuz bazen. Çok çeşitlendi mizah alanları.


-Stand-uplardan hangilerini beğeniyorsunuz? Kim başarılı yapıyor?


Çok sayıda stand-up yok Türkiye’de. Bir tek Cem Yılmaz var. O da stand-up yapıyor mu? Bence farklı bir şey yapıyor. Kendine özgü bir şey yapıyor. Onun dışında ciddi anlamda stand-up yapan kimse yok. Allah vergisi bence. Adam yapıyor ne diyelim… Çok da başarılı bence…


-Peki Konya’ya dönersek, diğer şehirlerden ayıran nedir sizce? Konya’ya geldiğinizde ne gördünüz?


-Mevlana var başka ne olsun? Başka bir şey olmasına da gerek yok.


-Konya’da komik bulduğunuz ne oldu?


-Öyle bir fırsatım olmadı. Geniş vaktim olmadı yani. Keşke bir gözlem yapacak kadar, vaktim olsaydı. Geldik ve gittik. Etliekmeği mizahta kullanmak isterdim.


-Ben çevrenizi merak ediyorum. Kimlerle oturup kalkarsınız. Çevre nasıl oluşuyor, kriterleriniz nedir arkadaş edinmede?


-Valla ben sıradan arkadaşlıklar yapmayı çok severim. Düşünmeden spontane cümleler kuran insanlara bayılırım. Konuşurken havalı cümleler kurma telaşında olan insanlardan uzak durmaya çalışırım. Bu insanlardan zarar gelebilir. Benim çevremdeki insanlar da bakkaldır, kasaptır, oyuncudur ama güleryüzlü insanlardır.


-Hasan Kaçan’ın mirasına gelelim. Çocuklarınız sizden mizahı ne kadar kapabilirler? Siz ne kadarını vermek istersiniz ya da?


-Saatçi adam yurtdışından gümrüğe gelmiş, kocaman kabarık bir bavul var içi saat dolu. Memurlar sormuş “nedir bu?” Adam “tavuk yemi var” diye cevap vermiş. “Aç bakalım tavuk yemini bir görelim” demişler. Adam açmış içi saat dolu bavulu. “Nasıl tavuk yemi bu?” diye sormuşlar. “Ben atıyorum önlerine ister yerler ister yemezler” demiş adam. Bizim ki de o hesap. Yaptığımız iş ortada. Beğenen alır beğenmeyen almaz. Yatkınlıkları varsa zaten ellerinden tutarım.


-Memleket gazetesi adına yaptığınız güzel işlerde başarılar dileriz. Söyleşi için çok teşekkürler.


Memleket iyi bir gazete olmuş. Tirajınız yüksek olsun...