İslamcılık cumhuriyet rejiminde her zaman var oldu. Varlığıyla da iktidar olmayı değil, İslam'ın önünü açmayı, özgürlük alanlarını genişletmeyi ve milleti kurucu ayarlarına geri çevirmek gibi ulvi amaçları hedefledi.
Siyaset, bu hedeflere ulaşmaya imkan veriyorsa yapılması vâcip, imkan vermiyorsa câiz değil denildi. Bir anlamda siyasetin her şeyi yapamayacağı geçmişte öngörülmüş olsa da, dinin kuşatıcı ve hayatı tanzim edici boyutu, arenanın boş bırakılmaması ve hizmet alanı olarak değerlendirilmesini düşündürdü.
Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi dönemleri ile de belirli zamanlarda inkıtaya uğramış olsa da, İslamcı kesimin parlamento çatısı altında siyasi mücadele verme süreci, rahmetli Erbakan hoca ile başladı.
İlk zamanlar samimiyet ve gayret içerisinde, "siyaset araç, hakikat amaç" düsturuyla yola çıkıldı. Yıllar içerisinde Erbakan hocanın açtığı yolda, Türk siyasetine ülke yönetecek nitelikli ve kaliteli pek çok değer kazandırıldı. Anadolu insanının gözü açıldı, kaderlerini başkalarının elinden almalarına vesile olundu.
28 Şubat Postmodern Darbe sürecinin akabinde ise, İslamcılara yönelik ciddi bir baskı ve yasak sürecinin söz konusu olması, siyasal İslamcılığın önünü oldukça açtı. Refah-Yol hükümetinin yıkılıp, Refah partisinin kapatılması ise AK Parti'nin doğmasını ve çok güçlü bir şekilde iktidara yürümesini sağladı. Tabi İslamcıların da önemli bir kısmı AK Parti ile beraber yürüdüğünden, siyasi alana entegrasyon sağlandı.
Bazıları İslamcılığı AK Parti'ye endekslemeye çalışıyor olsa da, İslamcılık en başından bu yana AK Parti'nin çıkış noktası hiç olmadı. İslamcılar, AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte, partinin kurucu kadrolarının İslami bir gelenekten geliyor oluşu ve Erdoğan gibi bir lidere yükledikleri dini misyondan ötürü devletle barıştı ve sisteme entegre oldu.
Çünkü AK Parti, cumhuriyet tarihinde yapılamayanı yaptı ve devletle-İslamcılığı barıştırdı. Dolayısıyla İslamcı kesim devletin içinde ilk kez kendine yer bulabildi ve düşüncelerini rahat ifade etme fırsatını yakaladı.
Benimsenen devlet önce zihinlerde meşru bir zemine getirildi, ardından kamunun imkanlarından faydalanma ve yararlanma gibi bir meşruiyet oluşturuldu. Tabi siyasal olana bağımlılığın siyasete bağımlılık anlamına geleceği, siyasetin kendine has doğası ve ayrı bir cazibesinin oluşu ilk planda görülemedi. Bu doğanın içinde düşünce ve ideolojiye pek yer olmadığı, iktidarın nimetlerine de karşı konulamadığı daha önce tecrübe edilmemişti.
Oysa İslamcılık, siyasetin çok üzerinde muhalif bir duruş, sömürgeciliğe karşı bir direniş hareketidir. Tüm insanlığın onurunu, şerefini ve yaşam hakkını koruma mücadelesidir. İslamcı olmak ahlaklı, güvenilir, örnek ve model olmak demektir. Müslüman olmanın ne anlama geldiği üzerine kafa yormak, yaşam tarzını inanç esaslarına göre şekillendirmek ve daha az siyasi, daha çok ahlaki olmak demektir.
Siyasetle birlikte her şeyin değiştiği gibi, bazı İslamcılarında değişebileceğini göz ardı etmemek gerekir. Günümüzde özden iyice uzaklaşıldığının ve siyasetin bünyeleri esir aldığının iyi bilinmesi gerekir. Araçların amaçların önüne geçtiğinin, gücün kaynağı olan siyasetle olabildiğince dünyevileşildiğinin idrak edilmesi gerekir. Engelleri kaldıracağız derken, makam-mevki, mal-mülk gibi yeni engellerin oluştuğunu görmek gerekir. Sosyolojik olarak doymamışlık sendromu yaşandığını, giderek de liberalleşildiğini fark etmek gerekir.
Geçmişte İslamcı olarak bilinen pek çok insanın günümüzde öncelikleri arasında davanın yer almadığı görülür. Gelecek nesiller artık onları yeterince ilgilendirmiyor. İslami hayallerin, ideallerin ve samimiyetin yitirildiği ortada. Çünkü vurdum duymazlık ve duyarsızlık had safhada.
Şu an herkes kendini doğru ve meşru bir zeminde görüyor. Hakikatin bekçisi ve savunucusu olarak kabul ediyor. Bulunduğu yerden de durmadan başkalarını eleştiriyor. Hiçbir kimse "ben" demiyor, öze bakmıyor. Başkalarını eleştirmek herkesin daha kolayına geliyor. Neticede başkası; yabancı ve öteki oluyor…
Bir insanın kendini İslamcı olarak nitelendirip, faize tevessül etmesi, kul hakkını ihlal etmesi ve ahlaki değerlerini yitirmesi gibi yanlış ve günah olarak bilinen bazı fiilleri işlemesi, kendi iddiasını çürütmesi anlamına gelir. İyi bilinmelidir ki İslamcılık, bir karakter, ahlak ve duruşa sahip olmayı gerektirir. Eğer bunlar bir bireyde değişikliğe uğramış ise o birey artık İslamcı değil demektir. Dolayısıyla bu minvalde yapılan eleştiriler İslamcılığın kendisine değil, yozlaş(tırıl)an taraflarınadır.
Yozlaşmış İslamcılığın piyasada görünür pek çok mümessili bulunuyor. Zaten bu alanda da tebliğde değil, temsilde sorun olduğu görünüyor. İdeolojik söylemle - yaşantı arasında, gönye ile ölçülemeyecek derecede büyük bir açı olduğu aşikar görülüyor.
İslamcılığı gerçek manada temsil eden insanlar ise piyasada pek az bulunuyor, çünkü onlar siyaseten çok hızlı bir şekilde dışlanıyor. Siyasette tutunabilenler ise örnek ve güzel işler yapıyor, tutunamayanlar ise kendilerini ifade edebilecekleri zemin ve ortam için yeni konum arayışlarını sürdürüyor.
İslamcılığı ötekileştirip, "İslamcılık bitti/bitiyor" diyenlere de cevaben; İslamcılığın biten bir şey olmadığını bilhassa belirtmek istiyoruz. Çünkü İslamcılığın; ne siyasete sıkıştırılacak, ne de bireysel yanlış ve günahlara indirgenecek bir şey olmadığını özellikle hatırlatmak istiyoruz.