Türkiye’de İslâmcılık ve Özeleştiri
Geçen haftaki yazımızda Hamza Türkmen’in Türkiye’de İslâmcılığın Kökleri adlı eserinden bahsetmiştik. Bugünkü yazımızda da aynı yazarın Ekin Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı olan Türkiye’de İslâmcılık ve Özeleştiri kitabından orijinal bulduğumuz kısımlardan seçkiler sunacağız.
Türkmen, Türkiye’de 1960 darbesi öncesi ve sonrası arasındaki farkı şöyle izah etmekte: 1960 öncesi görece özgürlük ortamının amacı, Müslümanları rejime eklemlemek, sonrasında ise, ülkede yeni yeni oluşmaya başlayan sosyalist akımı bastırmak için kullanmaktı. Gerek milliyetçi-dindar Türkçü gençlerin, gerekse dindar-milliyetçi mukaddesatçı gençlerin, sosyalist akıma karşı kullanıldıkları oranda önleri açıldı. Gerçekten de birçok ilde örgütlenen ve 1960’lı yıllarda faaliyet gösteren Komünizmle Mücadele Dernekleri bunun en bariz örneği.
Eserde, AK Parti kadrolarının bir kısmını yetiştiren, Milli Türk Talebe Birliği’nden de söz edilmekte. Örgüt içinde, Türkçü-İslâmcı eğilim bir süre belirleyici olmuş. Öyle ki MTTB, 1968 yılında komünizme karşı “şahlanış” ve “uyanış” mitingleri düzenlemiş. Türkmen, daha sonra teşkilat içinde İslâmi hassasiyeti ağır basanların milli hassasiyeti ağır basanlara galip geldiğini ve MHP kökenlileri tasfiye ettiğini belirtmekte.
Kitapta 1967 yılında Konya’da kurulan Mücadele Birliği’nden de bahsedilmekte. Yazarımızın söylediğine göre, Mücadele Birliği bir “Mücadeleci” genç kuşak üretti. Temel şiarları “Milli değerle bağlı, İslâm’a saygılı, anti-komünist, anti-kapitalist, anti-siyonist” ifadelerinde mündemiçti. Hareketin adı “Yeniden Milli Mücadele” idi ve bu isimle 1970’ten itibaren çıkardıkları derginin önemli yazarlarından olan Ahmet Taşgetiren, hareketin milliyetçilik anlayışını şu şekilde ifade ediyordu: “Yeniden Milli Mücadele’nin “milliyetçilik” anlayışı, “İslâmi” ölçüleri kollayan, hatta kaynaştırmayı amaçlayan bir nitelik arz etmektedir.” Niyet bu da olsa Türkmen, bu hareketin tabiri caizse nasıl Milli İslâm projesine adapte edildiğinin hikâyesini Selçuk Üniv. Sosyoloji Bölümünden Mustafa Aydın’ın bir yazısına referansla dile getirmekte.
Kitapta bu tür bir manipülasyonun meyvelerini somutlaştırma bağlamında diğer bir örnek olarak, Milli Gazete yazarı Şevket Eygi’nin o dönemde çıkardığı Bugün adlı gazetesinden şu aktarımda bulunulmakta: “Allah’ın kulları geliyor! Kalkın ey ehl-i İslâm, davranın! Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar. Komünistlerin amansız düşmanı Genelkurmay Başkanı Cemal Tural Paşa, anti-komünist faaliyetlerinde milletçe desteklensin.” Şu anki Tasarruf Mevduat Sigorta Başkanı Ahmet Ertürk’ün ifadesiyle, Eygi daha sonra da Türkiye’deki İslâmi uyanışı “irticacılık” olarak değerlendiren kampanyalara “vahhabilik, mezhepsizlik, dinde reformculuk” gibi ifadelerle saldırarak destek vermiştir.
O dönemlerde benzer bir tavrı Sezai Karakoç da sergilemekte: “İki insan oluşuyor: Tam Müslüman ve tam inkârcı. Tam sağcı yani tam Müslüman, tam solcu yani tam komünist. Biri tekrar geçmişe bağlanmış, İslâm’ın en ideal dönemlerini örnek alarak geleceği değerlendirmek isteyen yeni “insanı”; öbürü de İslâmlık, Türklük ve Anadolu’yla ilişkisini kesmiş, kökten yabancılaşmış Marksist tip.”
Eserde Milli Görüş camiasında “millilik” kavramını dini bir çerçevede görmek/göstermek isteyenlerin, bu kavramın Kur'an’daki kullanımından hareketle “aynı inanç etrafında meydana gelen topluluk” anlamında takdim ettikleri söylenmekte. Doğrusu bazen üzerinde baskı hisseden insanlar kendilerini bazı “metaforlar” ile ifade etme ihtiyacı hissedebilirler. Ne var ki, onların geçici olduğu fikrini sürekli zihinlerinde taşımadıkları zaman “aslı” unuturlar.
Türkmen, bu kavramın ardına sığınmaksızın iddialı manşetlerle bir tavır sergilemeyi tercih eden Müslümanların çıkardığı Şura dergisinin manşetlerinin bir kısmını aktarır: “Katil oligarşi, Seni Biz… Biz Şeriatçılar Yıkacağız!” “Allah’ın Kanunlarını, Şeriatı Tatbik Edin!” “Şeriat Gelecek Vahşet Bitecek!” Ne var ki, Milli Selamet Partisi çizgisi bu üslubu benimsememiş ve dergiye ambargo uyguladığı için dergi kapanmak zorunda kalmıştır.
Kitapta, Müslümanların fikri bulanıklıklarına ve yaşadıkları sorunlara işaret edilmekle birlikte ümitsizlik havası hâkim değil. Aksine, Kur'an ve Sünnet merkezli çabalara dair ayrıntılı bilgiler verilmekte ve ümit var oluş şu sözlerle yer bulmakta: “Türkiye sınırları içinde kalan Müslümanların İslâm’ı yaşama ve yaşatma azmi, örtülü veya açık olarak farklı biçimlerde de olsa hep devam etti ve asla kırılmadı. İslâm’a aidiyet duygularından kaynaklanan bu fıtri öz, sonunda mabetsiz şehir olarak bilinen devrimlerin baş şehri Ankara’yı bile, Türkiye’de en çok camisi ve mescidi bulunan şerhlerden birisi haline getirdi.”