İslâm’a göre insan hayatı kutsaldır ve bu hayatın korunması için emniyet, huzur, güven, özgürlük ve barış ortamının sağlanması gerekir. İslâm’ın en önemli hedeflerinden biri, güvenilen bireyler yetiştirmektir. Bu hedefe ulaşmak, dinin ahlâkî boyutunun temel alınmasıyla mümkündür. İnsan hayatına büyük değer veren İslâm dini, haksız yere bir kişiyi öldürmeyi tüm insanlığı öldürmekle eşit tutmuş; bir insanın canını kurtarmayı da, bütün insanların hayatlarını kurtarmaya denk saymıştır.(Bkz. Maide 5/32).
İslam düşünce tarihinde dışlamacı bir siyaset izleyen tekfirci zihniyetlerin egemen olduğu dönemlerde toplumsal barış bozulmuş, Müslümanlar arasında birlik ruhu zaafa uğramıştır. Günümüzde ortaya çıkan tekfir hareketleri (dâış, boko haram, eş-şebâb vb. ) büyük ölçüde itikadi olmaktan ziyade siyasî ve tepkiseldir. İslam dünyasında ortaya çıkan ve iç barışı bozan, şiddeti bir eylem tarzı olarak benimseyen bu akımlar kadar, bu akımları üreten siyasal ve sosyo-ekonomik arka plan iyi analiz edilmelidir. Günümüz İslam dünyasında, yöneten ve yönetilen sosyal tabakalar arasında korkunç uçurumlar vardır. Bunların başında gelir dağılımındaki adaletsizlikler gelmektedir. İster istemez bu durum, önce beyinlerde ve sonra da toplumsal katmanlarda terörü benimseyen şiddet hareketlerinin mayalanmasının alt yapısını oluşturmaktadır. Bu gerçek görülmeli ve göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan, Avrupa’nın Müslüman toplumlara karşı çifte standart uygulaması da terörü besleyen bir başka unsurdur. Örneğin, Nijerya’da bir günde 2000 kişi katledildi, bir kasaba haritadan silindi, yok edildi. Hergün Suriye’de çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce insan katlediliyor. Afganistan’da ve Pakistan’da intihar saldırıları tekrarlanıp duruyor. Mali’de, Arakan’da ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde öldürülen ve sürgüne gönderilen Müslümanlar, acaba hangi ülke tarafından bu zulme maruz bırakılıyorlar? İsrail’in, Filistin İslam topraklarını işgal etmesine ve haksız yere Filistinli Müslümanlarına saldırılarını devam ettirmesine rağmen neden dünyanın vicdanı hala ayağa kalkmıyor?
Bugün İslam dünyasında sun’i olarak üretilen bir terör problemi vardır. Bunun kaynağı ve sorumlusu İslam değil, aksine İslam’ı terörün kaynağı olarak gösteren sömürgeci güçlerin İslam âlemindeki yaptıklarıdır. Bu sebeple, İslam dünyası yok yere kendi problemlerini örtmek için Batı’ya öfke duyuyor değildir. Batı toplumları da kendi içlerinde İslam dünyasında varoluşlarının bir iç muhasebesini yapmaları gerekir. Müslümanlar arasında etnik ve mezhep çatışmaları kışkırtılıyor. Acaba kim kışkırtıyor? Bütün bu yapılanlara rağmen, İslam asla terörün hiçbir çeşidini meşru görmez ve görmemiştir de.
Bütün bunlara rağmen İslam coğrafyalarında terör hâdiselerinin dış faktörler kadar iç faktörlerin de payı vardır. Bu konuda iğneyi başkasına, çuvaldızını da kendimize batırmalıyız. Her alanda İslam dini dengeli davranmayı ve itidal çizgisinden ayrılmamayı emreder (Bakara, 2/143).
Sonuç olarak terörün dini ve milliyeti olmaz. İslam dini kaynağı ve şekli ne olursa olsun terörün her türlüsüne karşıdır. Çünkü terör eylemlerinde haksız yere cana kıymak ve kâinatta fesat çıkarmak vardır. Yeryüzünü ıslah etmeyi amaç edinmiş hiçbir Müslüman insanlık suçu olan terör eyleminde bulunmadığı gibi terörden yana olumlu bir his de taşımaz. Bu nedenle, her kademede görev alan sorumluluk sahibi Müslüman, bütün bir dünyaya İslam’ın barışa ve insan haklarına verdiği önemi ilan etmekten çekinmez. Şiddete karşı inadına gönül dilini kullanır.