“İstiklal Marşı-Güfte Yarışması” Konya birincisi
“Ulusal Kurtuluş Mücadelesi” başlamış, Ankara’da 23 Nisan 1920 de “Büyük Millet Meclisi” açılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Meclis Başkanı’dır; bakanlar kurulu iş başındadır.
“Türk İstiklal Hareketi”ne bir “Milli Marş” lazımdır; bu meneviyat babında çok önemli bir ihtiyaçtır.
Karar verilir; “İstiklal Marşı Müsabakası” açılmasına karar verilir, durum bütün illere bildirilir.
İllerde şairler, edibler yazdıkları marşları il yönetiminde kurulan komisyonlara teslim eder.
Ankara’ya, Büyük Millet Meclisi’ne illerden seçilip gelen 724 marş teslim edilir.
ANKARA’DA “MİLLİ MARŞ” SEÇİMİNİN ÖYKÜSÜ…
Bütün Türkiye’den, illerden gelen 724 adayın marşı tek tek incelenir; istenilen nitelikte bulunmaz.
Gelen marşların arasında Mehmet Akif’in şiiri yoktur. Mehmet Akif, birinci seçilecek marşın şairine verilecek 500 lira ödülü içine sindirememiştir. Akif’e göre bir millete, “ücreti mukabilinde” marş yazmak doğru değildir.
Harekete geçilir, Mehmet Akif’in ücretsiz yazma teklifi kabul edilir ve Akif marşı yazar teslim eder. Eldeki marşların toplamı 725 olmuştur.
1921 yılı mart ayının 1 ve 12’si arasında, eldeki bütün marşlar Meclis tarafından incelenir; 12 Mart 1921’de, Akif’in şiiri “Milli Marş” olarak kabul edilir.
Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olan Mehmet Akif, imkansızlıklardan dolayı o sert Ankara kışında paltosuzdur.
725 aday marşın içinden, elenip finale kalan yedi marşın şairlerini de anmak bir gönül borcu:
1. Mehmet Muhsin
2. Muhittin Baha (Pars)
3. İskender Haki
4. Kemaleddin Kami
5. A.S.
6. Hüseyin Suad
7. Mehmet Akif
Mehmet Akif’in şiiri “İstiklal Marşı” olarak kabul edilir.
“MİLLİ MARŞ” YARIŞMASININ KONYA’DAKİ ÖYKÜSÜ
Büyük Millet Meclisi’nin isteği üzerine, bütün yurtta olduğu gibi Konya’da da “Milli Marş Yazma Yarışması” açılmıştır.
Konyalı şairler, edibler eserlerini ilgili vilayet komisyonuna teslim eder.
Raşit Arif Usman’ın şiiri Konya’da yazılan marşlar arasında birinci seçilir; son seçim için Ankara’ya gönderilir.
“İstiklal Marşı” 725 şiir arasından seçilip hakkında 12 Mart 1921’de “İstiklal Marşı Kanunu” çıkarıldıktan sonra, Raşit Arif Usman’ın şiiri 29 Mart 1921 de, Knoya’da yayınlana Öğüt Gazetesi’nde yayınlanır.
Rahmetli Mehmet Önder, devlet arşivlerinde Konya üstüne araştırmalar yaparken Raşit Arif Usman’ın, Konya’da birinci seçilerek Meclis’e gönderilen marşa rastlar. Hatırlanması, yeniden yayınlanması için Yeni Konya Gazetesi’ne gönderir. Yeni Konya, 25 Aralık 1986 da “Tarihten bir yaprak/İstiklal Marşı Güfte Yarışması Konya Birincisi” başlığı ile, Ögüt’ten sonra, ikinci kez “yeni yazı” ile yayınlanır.
Raşit Arif Usman’ın yazdığı marş aynen şöyle:
İSTİKLAL MARŞI
Ateşler yağdırsa semadan düşman,
Demirli lavlar saçsa volkanlar,
Gövdeler götürse coşan alkanlar,
Türk’ü döndürmez azminden biran…
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili Hilal…
Diyari Fatihi düşman kaplarsa,
Merkad-i Osman’a süngü saplarsa,
Kabe’de Hazret-i Resül ağlarsa,
İntikam alacak evladımız var…
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili Hilal…
Ey Anadolu’nun kızgın arslanı,
Kar eder mi sana süngüyle kurşun,
Rahat uyutur mu seni bir düşün,
Tarihten aldığın cihat fermanı…
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili Hilal…
Kurtar özlediğin güzel vatanı,
Masum yavrularla, yoksul dulları,
Bak sana açıktır cihat yolları,
Gönlünde bırakma, Türk7ün ah’ını…
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili Hilal…
Raşit USMAN
RAŞİT ARİF USMAN’IN YAŞAM ÖYKÜSÜ:
Öğretmen, şair; Milli Mücadele’de gösterdiği üstün hizmetten dolayı “Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası” sahibi Raşit Arif Usman’la ilgisi geniş bilgiyi Mehmet Ali Uz “Konya Kültürüne Hizmet Edenler” kitabının birinci cildinde verir.
1897 doğumlu Raşit Arif Usman 1977 yılında, vefat eder, Üçler Mezarlığı’na defnedilir.
HAYATI
1313/1897 yılında Konya’da doğdu. Vilayet Tahrirat Kalemi Mümeyyizi ve Meclis-i Umumi Azalarından Arif Bey’in oludur. Raşit Bey, köklü bir aileye mensuptur. Dedesi, Ebu Sait Muhammed Hadimi’nin torunu, Konya ve Hadim Müftüsü Şehit Ahmet Efendi’nin soyundan Hadimli Hacı Rasih (Öl. 1854) Efendi’dir. Hacı Rasih Efendi’nin hanımı da Mevlana Celaleddin-i Rumi soyundan Nesibe Hanım’dır. Rasih Efendi’nin annesi de, meşhur Konya müftülerinden Bağlıcalıoğlu İbrahim Efendi’nin kızıdır. Böylece soyları bir taraftan Ebu Said Muhammed Hadimi’ye, diğer taraftan da Hz. Mevlana’ya dayanır.
İlk ve rüştiye tahsilini Sarı Ali (Uz) Efendi’nin İstanbul Caddesi’ndeki özel Fuyuzat-ı Hamidiye okulunda tamamladı. Konya İdadisi’ni bitirdi. Bir süre Ankara Hukuk Fakültesi’ne devam ettiyse de tamamlayamadı. Rüştiye tahsilinden sonra bir ara, Posta Telgraf İdaresinde memurluk yaptı. Daha sonra da öğretmenlik mesleğine intisap etti. Cumhuriyet’ten önce İttihat ve Terakki, Anadolu İntibah Numune mekteplerinde öğretmenlik yaptı.
O, Milli Mücadele’de, Bir Numaralı Sabit Sahra Pasta Memuru olarak büyük hizmetlerde bulundu ve bu hizmetlerinden dolayı kendisi, Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. İstiklal Madalyası Beratı’nın bir sureti ile şiirlerinin tamamı arşivimizde mevcuttur”.
MESAJ TAHTASI
AĞNADINIZ MI?
Gözleri bir iplik gibi kalmış; dinliyor muyum, dinlemiyor muyum, hiç umrumda değil. “Ne var ki bu sıcakta” dedi; “Yarın mahşerde güneş gelecek, başımızın iki karış üstünde duracak” dedi.
Neden sonra, “Bu günlerimize de şükür” dedi; sesken yedi yaşındaymış. “Üç gün yatak, ihsan ölüm” diyor.
Orucunu tutuyormuş, iftarda bir tas çorba içermiş; gerisine içi razı olmazmış. Onu da bulamayanlar varmış. “O, iki cihan sevgilisi Nebi de öyle yapardı” dedi.
Yıllar öncesine gitti aklım. Ahmet Fakıh Mahallesi, Şehit Fahri Sokak’ta Fatoş Hala yaşardı. İki göz evinin bir odasını Adana’dan liseyi okumaya gelmiş beş çocukla nineleri “Elif Garı”ya vermişti; aylak oturmaları için. Fatoş Hala da Şems Parkı’ndaki ihtiyar gibi bir kap yemek yerdi; ikram etseler bile elini sürmezdi.
Bir gün anlatmıştı. O zaman on altı yaşındaydım, bir daha hiç unutmadım.
“Sarı Siyid’im; Peygamberimiz Muhammed Mustafa hediye almayı çok severmiş; hediye vermeyi de çok severmiş. Gelen hediyeleri evdeki kadınlar, akşam olmadan, münaşif yerlere hediye olarak yollarlarmış. Bir gün bir hediye yemek gelmiş; o yiyeceği Peygamberimiz çok severmiş, çok uzun zamandır da yememişmiş.
Fâtımâ Anamız, “Ben bu hediye yiyeceği hediye olarak yollamayacağım. Babam bunu çok sever, çoktandır da yemedi” demiş. Kadınlar; “Yapma Fâtımâ, Nebi, çok kızar, bunu da gönder gitsin” demişler. Fâtımâ Anamız “Babam bana kızmaz” demiş. Gerçekten de Peygamberimiz Fâtımâ’yı çok sever, O’na kızmazmış; Fâtımâ Peygamberimizin yanında yüzlüymüş.
Akşam olmuş, Fâtımâ babasının sofrasını getirmiş. Sevgili Peygamber akşamları bir tas arpa unundan çorba içermiş. Sofrada teki kıymetli yemeği görünce; “Kaldır bunu Fâtımâ, soframız firavun sofrasına dönmüş” demiş: sofradan çekilmiş.
Fâtımâ, “Baba, huyunu bilirim, bir tas arpa unu çorbasından başka bir şey yemezsin. Ama öteki yemek hediye olarak geldi. Sende çok seversin, çoktan beri de yemedin. Babam memnun olur diye düşündüm. Gelen hediyeleri zaten akşam olmadan başkalarına gönderdim, bunu bıraktım” demiş.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa hiç kötü söz söylemezmiş, hiç hatır yıkmazmış… Amma, kızdığı zaman mübarek yüzü ateş rengini alırmış; kıpkırmızı olurmuş.
Fâtımâ’ya başka bir şey söylememiş; o akşam arpa unu çorbasını da içmeden uyumuş.