20. yüzyılın başına gelindiğinde zor da olsa ayakta duran bir imparatorluk vardı; başkaları onu yıkmadan, sahiplerinin onu yıkması saçma olurdu. Onun için İttihatçılar, Osmanlılığı benimsemiş göründüler: İmparatorluğun, çürük de olsa, desteklerinden biri buydu. Diğer bir destek, ya da birleştirici ilke olan İslamcılığı da yedekte bulundurmayı ihmal etmediler.
İttihatçılar II. Meşrutiyette, bir süre Osmanlılığı benimsemiş görünmüşlerdir. Yalnız 1908 tarihli “siyasi programın” 7. Maddesinde “Devletin lisan-ı resmisi Türkçe kalacaktır. Her nevi muhaberat ve müzakerat-ı resmiye Türkçe icra olunacaktır”. denmektedir. Buna rağmen İttihatçıların Türkçülüğünü gizledikleri görülür. Farklı unsurlardan oluşan Osmanlı toplumunda, açıkça Türkçülüğü savunmak, imparatorluğun dağılmasına neden olabilirdi. Bu nedenle görünürde Osmanlıcı oldukları ancak zaman ilerledikçe özlerindeki Türkçü politikayı izledikleri söylenebilir. Gerek Türk Ocağı’nda gerekse İttihat Terakki şubelerinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi Türkçü aydınlara yer vermeleri bunun en güçlü göstergeleridir. Öte yandan, İttihatçıların baştan beri sarıldıkları “Meşrutiyetçilik” tam olarak uygulandığı takdirde, “Türkçülükle” bağdaştırılması olanaksız gibi görünüyordu. Çünkü Osmanlı parlamentosunda temsil edilenler çeşitli milliyetlere mensup kimselerdi. Bunların oluşturacağı parlamentoda Türklerin azınlıkta kalması Türkçülüğün iflası demekti. Bu riski de göze almak istemiyorlardı.
İttihatçılar, kendilerini Türklüğün koruyucusu görüyorlardı ve bu açıdan iktidarı da ellerinde tutmak zorunluluğu hissediyorlardı. İşte bu nedenledir ki, Türklüğün koruyucusu ve Meşrutiyetçi olan İttihatçılar için iki yol vardı: Ya meşrutiyet yönetiminden vazgeçmek, ya da görünüşte meşrutiyetçi kalarak Türkçülük programını uygulamak. İttihatçılar, ikinci yolu seçmişlerdi. Bu bakımdan, İttihatçılar, zaman zaman, zorunlu olarak, meşruti yönetimin gereklerine uymayacaklar, bunun unsurları dışına çıkacaklardır.
İttihatçıların amacı, Türk unsurunun korunması ve yükseltilmesi olduğu için, parlamento seçimlerine, fırka’ya ve giderek de meclise egemen olmak istemişlerdir.
Cemiyet, tüzüğü ile unsurların birliğini (ittihad-ı anasır), yani Osmanlılığı ülkü edindiği halde, üyeleri arasında ve tabiî bu arada Merkez-i Umumîde, Türk olmayan kimse yoktu. Gizlilik ise cemiyetin Osmanlıcı programıyla Türkçü uygulaması arasındaki aykırılığı gizlemeğe yaramaktaydı
Aslında 1912’ye kadar Osmanlı Türk aydınları arasında hakim olan düşünce Türkçülüğün devletin sonunu getireceği korkusudur. Balkan kayıplarıyla birlikte Türkçülük politikasının imparatorluğun hayatını devam ettirmek için bir engel değil aksine bir garanti olacağı görüşü hâkimiyet kazanır.
Köprülü’nün ifadesiyle “Osmanlılığı tecezzi ve inhilalden kurtarmak, ancak Türklerin de milli bir mefkûreye malikiyetleriyle mümkün olacaktır” ona göre yeni politikanın derin çekirdeğinde Türkçülük, etrafında İslamcılık olmalı, dış kabuğunu da Osmanlıcılık sarmalıdır.
İttihat ve Terakki siyasi hayatı süresince Türkçü politikaları derininde barındıran ve yeni kurulacak Cumhuriyet kadrolarını da bu çekirdek kadrosuyla yönlendiren bir hareket olarak var olmuştur.