Geçenlerde bir twitter fenomeninin sayfasında "Türkiye'de 'Eğitim Sistemi'nin iki sorunu var. Eğitim ve sistem" diye bir tweet gördüm. Çok da hoşuma gitti. Sorun basit bir dille kapsayıcı olarak tespit edilmiş. Açıkta kalan bir şey yok. Yüzyıla yaklaşan geri kalmışlığımızın ve batıyla açılan gelişmişlik makasımızın suçu, ne sistemin ne de eğitimin. Yarısı sistemin, yarısı eğitimin. Ben, sistem tanımlamasına ayrı bir anlam yükleyip sistemi, sahibi olan bakanlıkla diğer bir yönüyle de hükümetle eşitliyorum.
Özellikle son dönemde hükümetin (sistem) eğitimde başarısız olduğuna ve bir arayış içine girdiğine şahidiz. Hatta en yetkili ağızdan bunun itirafını bile duyduk. İyi bir gelişme, ama sonuç için yeterli değil. Başarı için sistemin sahibi hükümet bu itirafı yaparken, eğitimin icracısı kadroların da buna iştirak etmesi lazım.
Bu ülkede, 17 milyonun üzerinde ilk, orta, lise ve 7 milyonun üzerinde de üniversite öğrencisi var. Yaklaşık olarak 62.250 okul, 186 üniversite var. Tüm bu fiziksel alanlarda eğitimci olarak 1 milyon öğretmen, 160 bin civarında da akademisyen var.
Kabul etmeliyiz ki rakamlar baş döndürücü.
Peki, bu paketin Türkiye bütçesindeki karşılığı nedir? Yaklaşık 125 milyar TL. Yani başka bir deyişle toplam bütçenin % 20'si eğitim giderlerine ayrılmış.
Yine kabul edelim ki bu rakamlar da baş döndürücü.
Peki, Türkiye'de eğitim düzeyi açısından sürekli örnek gösterilen 5,5 milyon nüfuslu Finlandiya'da eğitim harcamalarının GSMH'a oranı nedir? Yaklaşık % 6,5. Aynı oran 80 milyonluk Türkiye'de ise yaklaşık % 5'dir. Yani eğitim harcamaları ve bütçenin eğitime mali yansıması açısından oransal olarak kayda değer bir fark yok. Hatta kişi başı GSMH açısından baktığımızda Türkiye çok daha cömert davranmış. Eğitim harcamalarındaki bu cömertlik, eğitim sonuçlarına aynı oranda mı yansımış? Hayır.
Peki neden?
Üniversite sınavlarında neredeyse otuz yıldır Matematik ve Fen Bilimleri sorularında cevap ortalaması yaklaşık olarak beştir. Yani YGS'de sorulan 40 ve LYS'de sorulan 80 sorunun tüm adaylar için karma ortalaması alındığında doğru cevap kesişme noktası beştir. Aynı şekilde Fen Bilimleri de beştir. Türkçe 17, Sosyal Bilimler ise, 12'dir. Bu sonuçların bir başarı olmadığı gibi tüm suçun da sisteme ait olmadığı apaçık ortadadır.
Kitap sektöründe olanlar bilir. İster kitapların devlet tarafından ücretsiz verildiği 2003 yılından bu yana, isterse velilerin kitapları ücretiyle aldığı önceki yıllarda öğretmenler tüm derslerle ilgili ilave onlarca yayın aldırmıştır. Veliler de varını yoğunu ortaya koyup o yardımcı kaynakları almışlardır. Yani sistem kötü de olsa, işe yaramaz kitaplar da dağıtsa, eğitimciler ilave yayın aldırıyorlar. Peki, tüm bunlara rağmen neden sonuç alınamıyor? Neden 2 milyon öğrencinin girip de muhatap olduğu 80 sorunun Türkiye ortalaması beştir? Bunu sadece sistem ve kaynak yetersizliğiyle izah edemeyiz. Eğitimcilerimizin de yetersiz ya da çabasız ve hedefsiz olduğu apaçık ortadadır. Dünyanın hiç bir yerinde hiç bir hükümet, bütçesinin % 20'sini yutan bir yapının bu kadar uzun süreli başarısızlığına tahammül edemez. Zaten etmemelidir de.
17 öğrenciye bir öğretmenin, 22 öğrenciye de bir sınıfın düştüğü Türkiye'de, eğitimdeki başarısızlığın çözümü için hem sistemin hem de bu sistemi icra eden eğitimcilerimizin özeleştiri yaparak hatalarını fark etmeleri ve kabul etmeleri, işbirliği yaparak da tespit edilen bu hataları çözmeleri gerekir. Nasıl ki öğrencilerin başarılarını ölçen ve mütemadiyen uygulanan bir sınav mekanizması varsa, eğitimcilerimiz için de hiç değilse yılda bir uygulanan bir beceri/başarı ölçüm sistemi kurulmalıdır. Hiç kimse sadece lise sonrası girdiği ve başarılı olduğu bir sınav üzerinden ömrünün sonuna kadar maaş alabilme hakkı elde etmemelidir.
Eğitimcilerimizin kenara geçip de tüm suçu hükümete yıkarak "La Yüs'el" duruş sergilemeleri eğitimde yaşadığımız sorunları çözmez. Üniversiteler konusuna hiç giremeden yazımızı bitirdik. Ama şunu çok rahat söyleyebiliriz ki, maalesef üniversitelerimizde de rakamlar ve oranlar değişse de başarı ve üretkenlik tablosu aşağı yukarı aynı.