Allah insana akıl, irade ve davranışlarını seçme özgürlüğü vermiştir. Bu niteliklere sahip olan her insan sorumlu bir varlıktır. Allah’ın sorumluluk yüklediği alanda insan eylemlerinde özgürdür. Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyette insanın sorumlu bir varlık olduğu anlatılır: “Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir.” (Müddessir 74/38).“İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 53/39). “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.” (Bakara 2/138). “Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.” Âl-i İmran 3/138). “O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal 99/6-8).
İnsan, inanıp inanmama, ibadet edip etmeme, hırsızlık yapıp yapmama, doğru sözlü olup olmama vb. gibi yapıp ettiklerinde kıyamet gününde Allah’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Eğer hesaba çekilme olmasaydı sevap ve cezanın, cennet ve cehennemin bir anlamı kalmazdı.
Buna göre kader ve sorumlu tutulma birbirine aykırı değildir. Allah âdildir, kimseye zulmetmez. Eğer Allah insana irade vermiş olmasaydı, inanmayan yahut kötülükler içinde hayat yaşamış insanları cezalandırmaması gerekirdi. Daha açık ifade etmek gerekirse, insanın sorumlu kılınması tamamen kendisine verilen irade sebebiyledir. Hiç kimse irade sahibi olduğunu inkâr etmiyorsa, sorumlu olduğunu da inkâr edemez, etmemelidir. Nitekim Allah insanı, iradesi dâhilinde olmayan şeylerden sorumlu kılmayacaktır. Söz gelimi insanın cinsiyeti, doğduğu yer, doğum tarihi, anne babası, akrabası, dili vb. hususlar sorumluluk dâhilinde değildir. Bunlar Allah’ın koyduğu değişmez yasalardır. Bunlara insan müdahale edemez, ancak gücü yettiği kadar tedbir alabilir.
İnsanlar kaderi bahane ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan “Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım? “ diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Burada dileyen, tercih eden, isteyen kuldur; yaratan da Allah’tır. Kul sorumluluk doğuran fiilleri irade edendir ama yaratan değildir; zira yaratmak Allah’a mahsustur. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (En’am, 6/102) buyrulmaktadır. Her şeyin yaratıcısının Allah olması bizim kötü ve yanlış işleri, sorumluluktan kaçarak Allah’a havale etmemize yol açmamalıdır. Bu kaderi istismar etmek olur. Ayrıca kaza ve kadere güvenip çalışmayı bırakmak, olumlu sonucun sağlanması ya da olumsuz sonuçların önlenmesi için gerekli sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslâm’ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilâhî kanundur ve bir kaderdir.
Sonuç olarak insanların, “Ben ne yapayım, kaderim böyle” demesi doğru olmadığı gibi işledikleri suçlardan dolayı kaderi sorumlu tutarak kendilerine “kader mahkûmu” demeleri de doğru değildir. Maddî hayatın düzenlenmesinde kaderci davranmayan insanların mânevî-ahlâkî hayatlarındaki taşkınlık, tembellik ve zaaflarını kaderin sırtına yüklemeleri samimiyetle bağdaşlaştırılamaz. Kurân-ı Kerîm’de özgürlük ve kimlik mücadelesi demek olan şirkten kurtulma savaşında zaaf gösterenlerin ilâhî iradeyi yani kaderi bahane olarak göstermeleri eleştirilmekte ve bunun samimiyetsiz bir davranış olduğu ifade edilmektedir: “Puta tapanlar diyecekler ki: Allah dileseydi ne biz ortak tanrılar koşardık ne de atalarımız; hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Onlardan öncekiler de aynı şekilde gerçekleri yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir kesin bilgi var mıdır? Siz sadece zanna uyuyor ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (En’am 6/148).