Doğumdan itibaren bir insanın fiziksel gelişim sürecini biliyoruz.
Etrafımızdaki çocuklardan, kendi çocuklarımızdan, kendi çocukluğumuzdan biliyoruz. Fiziksel ve biyolojik gelişim bir bakıma kendi iç dinamiğiyle oluşuyor. Bir çocuğu temel beslenme, barınma ve koruma sürecini desteklemek suretiyle kendi haline bıraksanız bildiğimiz büyüme kendiliğinden gerçekleşir.
Peki ruhsal gelişme o da kendiliğinden mi olur?
Elbette kendiliğinden de olur ama sonuç şaşırtabilir. Sürprizleri içinde barındıran bir süreçtir bu. Son birkaç yazımda bebeklikten itibaren ruhsal gelişim sürecinden söz ediyorum. Sonradan atılan dosyalardan. Zira beden ve ruh ayrılmaz bir birliktelik oluşturuyor ve son zamanlarda yaşanan hastalıkların büyük oranda psikosomatik olduğundan söz ediliyor ve hemen çoğunun temeli de bu dönemlerde atılıyor. Biyolojik bedenimiz başlangıçta tek bir çekirdekten farklılaşıp gelişiyor. Ruhsal yanımız da öyle.
2 yaşına kadar neler olduğundan kısaca söz etmiştim. 2-3 yaş arası dönem yaşamımızdaki en önemli dönemlerden birisidir demiştim. Nedeni de bebeğin irade kavramıyla karşılaşması ve deneyimlemesiydi.
Kolunu kaldırdı. Dünyanın en önemli sorularından birisi bunu kim yaptı? Ben mi yoksa başka bir şey mi? Sonra yeniden yeniden deneyimleme. Düşünüp irademle karar veriyorum ve kaldırıyorum. Bebek için müthiş bir mucize bu. Hayatın sonraki evrelerinde birebir görüştüğümüz danışanlarımızla çokça çalıştığımız bir olgudur bu. Yaptığı bir davranışın sorumluluğu kime aittir? Bunu kim yaptı? Bundan kim sorumlu? Bu davranışa ne sebep oldu? Sorumlusu yapan mı? Yapılmasına sebep olan mı? Meydana gelmesini sağlayan şartlar mı?
Bebek iki temel bölgenin kontrolünün kendinde olduğu fark ettiğinde ise müthiş bir gücü fark eder. Ağız ve anüs. İkisini de dilerse kapatabilir veya açabilir. Bu da ona çok önemli bir koz verir. Ağzını kapatır annesi saatlerce peşinde dolaşır kaşıkla. Yavrum lütfen aç ağzını. Güç bebeğe geçti. Ona yalvarılmasından aldığı keyfi hazzı tarif edemez. Eğer tutarlı anlayışlı sabırlı bir anneyse yanındaki bu dönemi kayıp vermeden atlatabilir. Yok eğer cezalandırıcı sabırsız ya da umarsız bir ebeveynse yığınla defektle gelir bugüne. Elinde güç olup da bir işinizi yaptırmakta zorlandığınız yaşça büyük ruhsal olarak iki yaşında bir sürü insan. Yalvartırlar sizi. Sizin ona muhtaçlığınızdan inanılmaz haz duyarlar. İşkence ederler size. Sonra anüs; bebek kapattığı zaman ebeveyn saatlerce klozet başında, tuvalette beklemek zorunda kalır. Kakasını vermez bir türlü. Ya da istediği yere yapar. Dediği şu güç bende. Kontrol bende benimle iyi geçin. Yine yukarda dediğim gibi kakasını vermeyen yığınla yaşça büyük insan var etrafımızda. Özellikle resmi iş yerlerinde yanına girersiniz uzun süre yüzünüze bakmaz. İmzasını atmaz. Yani kakasını vermez. Sonra da iyice beklettikten sonra patlar tarzda verir. Örnek profesör tüm dersi laf kalabalığıyla geçiştirir son 5 dakikada makine gibi anlatır geçer. Aynı mekanizma.
Bekletmekten, peşinde dolaştırmaktan, işkence etmekten büyük keyif alır. Hemen karar vermez. İnletir etrafındakiler. Ağzını açıp iki laf etmesini beklersiniz. Çünkü bu döneme saplanıp kalmıştır. Bahsettiğim nedenlerle.
Ebeveyn olmak ne kadar önemli. Özellikle bu dönemlerde anne faktörü çok öndedir. Anneleri yetiştirmek toplumu yetiştirmekle aynı değerdedir. Belki de o yüzden Mevlana kadına adeta yaratıcı diyor.
Annelere sabırlı, tutarlı, anlayışlı olmaları gerektiğini mutlaka anlatmanın bir yolunu bulmalıyız. Bize müdürler, başkanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları yetiştiriyorlar çünkü.
www.pozitifdegisim.com