İslam öncesi cahiliye döneminde başörtülü kadınların varlığı bilinmektedir. Kur’an’ı Kerim’de mü’mine kadınların ilk câhiliyye kadınları gibi açılıp-saçılmama uyarısında bulunulan Ahzap Suresi’nin 33. âyetinde geçen teberruc kavramından câhiliyye kadınlarının başörtüsü kullandığını anlıyoruz. Hicri birinci yüzyılın ortalarında yaşamış olan ünlü Kur’an yorumcusu Mukâtıl’a göre teberruc kavramı, kadının örtüyü başına alıp bağlamadan onu bırakması, gerdanlık, küpe gibi takıların yerlerini, boyun ve boğazını açık bulundurması anlamına gelmektedir.
Gerek Kur’an âyetleri, gerek hadis müdevvenatı tetkik edildiği ve gerekse cahiliye kültürüyle ilgili eserler incelendiği zaman açıkça câhiliyye kadınlarının başörtüsü kullandıkları anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi kadınları bu örtüyü kimi zaman enselerine bağlar, bazen arkalarına bırakır; yakaları önden açılır, zînetleri (süs eşyaları ve yerleri) görünürdü. Elmalı Muhammed Hamdi Yazır’ın özgün yorumuyla onlar, halaylık yaparlardı. Elbette câhiliyye devrinde örtülü kadınlar olduğu gibi örtüsüz kadınlar da vardı. Toplum her iki grubun varlığını hiçbir zaman kanıksamamıştı.
İslam geldiği zaman “başörtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler” (Nur, 31) talimatıyla zaten varolan örtünün yeniden teyid edilmesini sağlamıştır. Kur’an cahiliye toplumuna indi. O toplumda yaşayan kadınların içinde örtünenler vardı. Çünkü örtü fıtri olarak bütün ilahi dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık vb.) vardı. Başörtüsü, ekmel din olan İslam’ın gelişiyle başlamamıştır.
Cahiliye kadınları başları örtmelerine rağmen; taç, küpe, gerdanlık, bilezik gibi takıların takıldığı kadın bedenindeki süs yerlerini açık bırakıyorlardı. Kur’an işte bu takıların takıldığı süs yerlerinin örtülmesini istemekle birlikte başın da tekrar usulüne uygun bir şekilde örtülmesini yeniden teyit etmiştir. Başörtüsüyle ilgili Hz. Peygamberden gelen rivayetler de bilinmektedir. Bu konuda ümmet arasında icmaın ve tarihi birikimin varlığını hatırlatmaya gerek yoktur, sanırım.
Bugüne geldiğimizde maalesef bazı meslektaşlarımız başörtüsüyle ilgili dini söylemlerinde muğlâk ve politik dil kullanmaktadırlar. İslam dininde başörtüsü farz mıdır, geleneksel midir yoksa ahlaki açıdan mı gereklidir? gibi sözü dolaştırmaya hiç gerek yoktur. Kur’an’da başörtüsünün farziyetiyle ilgili Nur Surenin hemen başında bu surede dile getirilecek farz olan uygulamalardan söz edilmektedir: “Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.” (Nur 24/1) Adı geçen surede işte bu ilk ayetten sonra, kadın erkek herhangi bir Müslümanın günlük hayatında kendisine farz olan yükümlülüklerin neler olduğu üzerinde durulur. Bu farz olan yükümlülüklerden birisi de özellikle kadınlarla ilgilidir. Bunun adı, başörtüsüdür:
“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”. (Nur 24/31).
Sonuç olarak söylemek gerekirse, 1400 yıldan beri İslam tarihinde başörtüsüyle ilgili uygulamalar ortadadır. Kur’an ve sünnette Müslüman bir kadının kendisiyle evlenilmesi caiz olan kimselerin yanında ve namazda başını örtmesi dini açıdan farzdır. Başörtüsünün farz olduğuna inanan Müslüman bir kadın, bu farziyeti yerine getirmezse dinden çıkmış olmaz, sadece günah işlemiş olur.