Evet geçtiğimiz yazıda Hilmi Yavuz üstadımızın bir sempozyumdan yola çıkarak bize arz ettiği alternatif okumada en can alıcı taraf “Seyahatname”nin bir On Yedinci Yüz Yıl epistemik dönem ürünü eser olduğu göz ardı edilmesi/ettirilmesi ve “vurun abalıya” zihniyetinin kadrine mahkum edilmesi idi.
Aslında konu ile ilgili söylenecek şey yazımızın ilk bölümünde söylenenden çok da farklı değil. Amma illa ki alternatif bir şeylerin söylenmesi ya da ezber bozulması için jep birilerinin alternatif okumalarını mı bekleyeceğiz? İyi ki “Seyahatname” meselesinde olduğu gibi bir alternatif göze sahip Hilmi Yavuz’umuz var, iyi ki dünyanın balığın ve öküzün sırtında olması tarifinin illa balık ve öküzün omzunda gezegen hayal eden zavallıların gözüne hakikat parmağını sokan asrın Hakikatbîn bir gözü, bir dehası(r.a.) var. Bir de fakirin bir yazısında: “…ama sizden önce lisansını bitirmiş ve şu anda yüksek lisans durumunda bulunmam itibariyle akademik anlamda size tavsiyede bulunacak üstünlükte biri olarak tavsiyem…”1ifadesini görünen manasında algılayıp, beni elitizmle itham eden sığ dimağlara, mecazın ne olduğu, kinayenin ne olduğu hatırlatılıverse… Zira meşhur bir kaidedir: “Mecaz avamın diline düşerse hakikat halini alır.”
NE DİYORDUM?
Sahi yazımızın başında ne demiştim: Avrupa’da aydınlanma çağında hurafelere ve inhiraflara karşı alınan tavır –sadece dar alanda alınan bir tavır olarak algılansa da- İslam Dininin zuhurundan beri belki Avrupa’dan daha hassas bir biçimde alınmıştır. Lakin bizde batılılaşma hareketlerinin inhiraf noktası olarak görebileceğimiz; eski olan daha doğrusu özüne inilememiş bu sebeple de tevili yapılamamış geçmişe ait her meseleyi, her düşünceyi hurafe kabul etmek alışkanlığıdır ki siz buna bir ölçüde çağımızın kronik aydın hastalığı da diyebilirsiniz. En basit örneği dünyanın balığın ve öküzün üzerinde durduğunun ifade edildiği Hadis-i Şerife olan tavır ise bunun belgesel örneğini taşıyan son dönem eserlerinden biri de “Seyahatname”dir. Bu da işin fezlekesi olsun esen kalınız.(Bitti.)