Kara Çul Altındaki Medenî Adam

yazar-34

Çocuğa bir il kadar büyük gelen, aslında sadece büyük bir kasaba olan yerleşim yerinde yine bir düğün vardı. Bir evin önündeki geniş meydanlığa alçak iskemleli sofralar kurulmuştu. Birkaç çalgıcı hareketli türküler, oyun havaları çalıyordu. Bir çok çocukla birlikte beş-altı yaşlarında bir çocuk da dışardan halka olmuş seyrediyorlardı. Çocuk gözlerini iri iri açıp olanı anlamlandırmaya çalışıyordu. Bir kısım insanlar sofralara oturmuşlar ince uzun bardaklarda ayran dese ayrana benzemeyen süt dese süte benzemeyen; ilk bardağa koyulduğu zaman su gibi renksizken suyla karıştırıldığı zaman o adını koyamadığı tuhaf rengi alan şeyden içiyorlar; arada ortadaki yiyeceklerden yiyorlardı. Etraf müthiş derecede iğrenç kokuyordu. Sofralardakiler sürekli içiyorlar, yiyorlar, gülüşüp şakalaşıyor, çalgıya uyarak türküler söylüyorlar, kalkıp oynuyor halay sekiyorlardı. Durum böyle sürüp gidiyordu. Çocuk yoruldu, acıktı. Zaten biraz korkuyla ve yadırgayarak seyrettiği ama merak nedeniyle bırakamadığı ortamı acıkıp yorulunca terk edip evine gitti. Çocuk doyup dinlendikten sonra yeniden geldi. Vakit ikindiyi geçmişti. Sofradakiler biraz azalmış ve belki simalar değişmişti. Eğlence biraz hız kesmiş olsa da devam etmekteydi. Derken oturanlardan biri kalktı, sofradan ayrıldı. Bir yöne gitmek istiyor gibiydi ama sanki de kararsızdı. Birkaç metre bir tarafa sonra birkaç metre öbür tarafa gidiyor; yana yatmış olarak ve ayakları birbirine dolaşarak yürüyordu. Çocuklar korkup bağrışarak kaçıştılar. Duvar diplerine sığınıp uzaktan seyrettiler.Adam fazla ilerleyemedi. Beş on metre gidip yıkıldı. Bir kısım insanlar yanına gelip ayaklarının ucuyla sağını solunu dürtükleyip kahkahalar atarak kalkmasını söylediler. Adam bir-iki yekindi fakat kalkamadı; hattâ, daha da mayışıp yere, vücudunun tüm eniyle ve boydan boya uzandı, adeta yapıştı. Uğraşanlar biraz daha dürtükledilerse de durum değişmedi. Adamın üzerine keçi kılından yapılma bir kara çul attılar; Kazada ölenlerin üzerini gazete kağıtları ile örttükleri gibi… Ne düşündülerse, bir süre sonra kovalarla su getirip çulun üzerinden şarıl şurul kova kova su attılar. Adam hiçbir tepki vermedi. Çocuk ve çocuklar dehşetle seyrediyorlardı. Adam ölmüştü de o yüzden mi örtmüşlerdi? Adam öldüyse niçin kova kova su atıyorlardı. Yoksa iğrenç koku yüzünden yanaşamıyorlar da yıkayıp kokuyu uzaklaştırmaya mı çalışıyorlardı? Çocuk ve çocuklar hiç anlayamadı. Hava kararmaya başlayınca ortamı öylece bırakıp evlerine gittiler.Ertesi gün o adamı yine gördü. Demek ölmemişti. Arkadaşlarının arasında düzgün kıyafetlerle oturuyordu. Arkadaşları dün nasıl yerlerde süründüğünü anlatıp gülüşüyorlardı. Adam yüzünde yazıklanan (belki de çocuğa öyle geldi) acı bir gülümseme ile anlatılanları dinliyor ve belki de utanıyor ama utancını belli etmemeye çalışıyordu.Çocuk sonraları, ‘insanın içinden gelen her isteğe boyun eğmemesi gerektiği; şayet eğerse, bu isteklerin bir kısmının insanı çok rezil edebileceği, utanılacak durumlara düşürebileceği’ konusunda dersler çıkardı bu hatıradan. O sahneleri, babasının “içki haramdır, kötüdür. İçki içenler Allah’a isyan etmiş olurlar” yollu telkinleri ile birlikte ve hep kötü, sakınılması gereken sahneler olarak kabul etti. Bir süre sonra aile kasabadan şehre göçtü. Çocuk büyüdü. Her çocuk gibi üniformanın çekiciliğine kapıldı ve üniformalı bir mesleğin okul imtihanlarına girdi. Yazılı sınav, beden eğitimi sınavları derken, iş mülakata geldi. Teşekkürleri, takdirleri vardı ama bir şey sordular: “Baban ne iş yapar evladım?”. “Babam, din görevlisi, imam hatip, efendim” diye cevapladı çocuk. “Peki evladım biz seni ararız” dedi rütbeli.Aramadılar. Çok üzüldü çocuk. Başka okula gitti. Sonra üniversiteye. Hiç unutamadı çocuk, daha doğrusu eski çocuk şimdi koca adam.. On, yirmi, otuz, kırk yıl geçti ama hiç unutmadı, ne yerde boylu boyunca yatan adamı ne de “baban ne iş yapar evladım” sorusunu. Bir gün, ‘şehrinde eskiden fazla içki içilmediğini; yeni yönetimin ilk yıllarında şehrin valisinin içki tüketiminin çok az olduğu gerekçesi ile ülkenin en üst makamı tarafından “medeniyet yolunda geri kalmakla” suçlanıp azarlandığını; bundan sonra valinin sürekli içkili balolar-merasimler tertip edip memurları bunlara katılmaya zorladığını ve içki içmeye teşvik ettiğini; sonraki yıl da, şehrin yıllık içki tüketimini yüz elli bin şişeye çıkardığı için tebrik edildiğini’ okudu.Tekrar gözünün önüne geldi yerde yatan adam ve “baban ne iş yapar oğlum” sahneleri. ‘Medeniyet (!) yolunda geri kalan ve bu geriliğini telafi eden vali’yi hayalinde canlandırdı. Babasının, kendisinin ve bir çok insanın ‘medeniyet yolunda geri kalmışlar’ olarak yetişmelerindeki emeklerini hayırla andı. Okul mu? Ona artık hiç üzülmediğini fark etti; Bilakis seviniyordu. Çünkü, gitmiş olsaydı belki de, zorla ‘medeniyet yolunda ilerlemişler’den yapacaklardı. Babasından sonraki üstadını da hayırla yad ederek, Ah! dedi, “Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana. / Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana!”.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.