Karakeçili Yörük Köyü Çeki’de şenlik
Geçtiğimiz güz aylarında, ilkin İl Halk Kütüphanesi salonunda sonra da İletişim Fakültesinde, Büşra Ekim ile ortak bir fotoğraf sergisi açmış, iki büyük yörük obası, karakeçililerle sarıkeçilileri buluşturmuştuk. Bu kere buluşma yerimiz Bursa’nın Orhaneli ilçesi Çeki köyüydü.
Geçtiğimiz hafta cumartesi-pazar Çeki köyü Esik yaylasındaydık. Antalya’dan sarıkeçili, gezgin arkadaşım İsmail Akçay eşi ile gelmiş, kara çadırını kurmuştu yaylaya.
Sabahın erken saatlerinde varmıştım Bursa’ya. Çok uzaklardan Uludağın zirvesindeki karı görünce şaşırmıştım. Bu bölgede bu mevsim kar göreceğimi hiç ummamıştım. Otogarda fotoğraf sanatçısı arkadaşım Büşra Ekim karşıladı. Birlikte evlerine gittik. Buse Nur ile Maviş bizi bekliyorlardı. Büşra’ya fotoğraf sanatçısı diyorum ama bir koltuğa on karpuz sığdıranlardan o.
İkindiye doğru ekibi toplayıp Çeki’ye doğru yola düştük. Büşra ve arkadaşlarının Kızıl Gelincikler adlı bir tiyatro toplulukları var. Topluluk “Çanakkale’de Açan Kızıl Gelincikler” adlı bir oyun sergilemişlerdi. Yolboyu oyundan bölümler dinleyerek gittik. Çekiye ise Onuncu Yıl Marşı ile girdik. Gençlerin hepsi olağanüstü heyecanlılardı.
Çeki köyünden dostlarla kucaklaştık, sohbet ettik, onlrın tatlı telaşlarına ortak olduk. İsmail Akçay’ın eşi her zamanki gibi çayımızı çoktan hazırlamıştı. Onların çadırının önüne oturup çaylarımızı yudumladık sohbet arası.
Akşam Çekili dostlar evlerine götürmek istediler ama biz İsmail ile kara çadırda kalmaya niyetliydik.
Lakin uyumak ne mümkün.
Şenliği erkenden başlattı Kızıl Gelincikler. Edebiyat öğretmeni Şemsi Odabaşı guruba oyundan sahneler oynatıyordu. Kurumuş çam kütükleri çıtır çıtır yanarken eğitimci Yaşar Yılmaz’ı, müzik öğretmeni Öznur Özaslan’ı dinliyorduk.
Çeki Orhaneli’ne 26 km. uzaklıkta küçük bir köy. 1850 de buraya iskan olmuşlar. Önceleri burada kışlar yaz aylarında Domaniç tarafına yaylaya çıkarlarmış. Şimdilerde köyde gençte kalmamış, hayvancılıkda.
Sabah dualarla başladı şenlik. Mevlüt ve ilahilerden sonra dua eden hoca son bir notla bitirdi konuşmasını. Bu aslında son bir not değil, şenliğe katılanlara ağır bir suçlamaydı.
Hocanın deyişine göre kadın-erkek bir arada şenlik yapmaları günahmış, bu bir yahudi adetiymiş. Anlar mıydı bilmiyorum ama iki hafta önce yaşadığım bir olayı anlatmak isterdim o hocaya.
İki hafta önce Karaman ile Ermenek arasındaki Yellibel yaylasına gitmiştik beş arkadaş. Çadırın önünde kucağında çocuğuyla genç bir gelin dikiliyordu. Hiç ürpermeden, korkmadan buyur etti. Çay koyayım, sofra açayım, dedi. Çaya zamanımız yoktu ama serdiği sofrada karnımızı doyurduk. Bu ara bir telefon geldi genç geline. Dağın tepesinde davar yayan kocası arıyormuş. Gelenler kimmiş, nerden gelip nere giderlermiş, açsalar sofra kuruver önlerine, diye.
İşte bizim insanımız, bizim yörüğümüz bu hoca, asıl yahudiliği kim yapıyor merak ediyorum.
Öğleden sonra Kızıl Gelinciklerin, tarihe malolmuş Türk devletlerinin bayraklarıyla yaptıkları geçit töreniyle devam etti şenlik. Görkemli bir törendi bu. Ardından temsili gelin alma töreni yapıldı.
İsmail Afyon üzerinden Antalya’ya dönecekti. Oraya kadar birlikte dönmeye karar verdik. Ben nasılsa bir araba bulurdum Konya’ya.
Çekili dostlarımızdan, Kızıl Gelinciklerden, Büşra, Buse Nur, Maviş cadılarımdan ayrılma zamanı gelmişti. Elbette yeni dostluklar da kurulmuştu o iki günde. Büşra’nın annesi Yıldız, sazı- sözüyle bize unutulmaz bir gece yaşatan Yaşar ve Öznur, Kızıl Gelincikleri özveriyle çalıştıran Şemsi öğretmen bunlardan bazılarıydı.
Yeniden görüşebilmek dileğiyle ayrıldık Esik yaylasından.