Uhuvvet, Kur'ân'ın ısrarla üzerinde durduğu ve sistemleştirdiği bir kavramdır. Uhuvvet ruhunun temelini oluşturan pek çok ayetten en meşhuru şu ayettir:
"Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız."[1]
Ayet, İslam kardeşliğinin yalnızca müminlere özgü olduğuna dikkat çekiyor. Gerçekten de İslam kardeşliği, başka kardeşliklere benzemeyen türüne özel bir kardeşliktir. Zira onda, Allah Rızasından başka bir gaye gözetilmez. İslam kardeşliğinde, ırkı, rengi, konumu ne olursa olsun her Müslüman eşittir ve kardeştir. Kardeşler, birbirlerinden sorumludur, birbirlerinin dertleriyle dertlenmekle yükümlüdürler. Zira Peygamberimiz, Müslümanların derdiyle dertlenmeyenler, onlardan değildir buyurmuştur.
Din kardeşliğinin anlamı, dinin gereklerini yerine getirmede birbirine yardımcı ve destek olmak demektir. Bu hem maddî, hem de manevî yardımlaşma ve dayanışmayı içine alır. Müslümanların kendi aralarında gerçekleştirecekleri din kardeşliği, başka toplumlarda görülmeyecek şekilde onlara özeldir. Zira İslam'a göre din bağı, tüm bağların üstündedir. Karşılıksızdır, sevgi temellidir, diğerkâmlık esası üzerine kurulmuştur. Bu esasa göre mümin, komşusu/kardeşi aç yatarken tok yatamaz, kendisi için istediğinden fazlasını kardeşi için de ister.Zira gerçek mümin olmanın formülü budur.
Düşmanlık, kıskançlık, kin, nefret, dedikodu, gıybet, laf taşıma, bencillik, duyarsızlık, nemelazımcılık gibi kötü tutkular, İslam kardeşliğini temelinden sarsan, onu zedeleyen şeylerdir. Mekke’de temeli atılan İslam kardeşliğinin kurumsallaşması Peygamberimizin hicretiyle birlikte gerçekleşmiştir. Hicretle birlikte mümin, tüm bu kötü şeylerden ayrılmalıdır, kötülüklerden erdemlere hicret etmelidir. Çünkü gerçek hicret, günahlardan ve günah ortamlarından ayrılmak; iyilik ve güzelliklere, iyilik ve güzellik ortamlarına yönelmektir.
Bir hadislerinde Hz. Peygamber, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et”[2] buyurur. Buna göre mazlumun elinden tutarak ona yardım etmeli, zalimin zulmünden vazgeçirerek ona yardım etmelidir. Zira gerçek kardeş, iyi zamanda olduğu gibi, zor zamanda da kardeşinin iyiliğini düşünendir. Hadise göre ne kadar günah bataklığına batmış olsa bile, Müslüman’a kardeşini terk etmesi, onu günahlar içerisinde yüz üstü bırakması yakışmaz. Gerçek mümin, ayağı kayan kardeşini düştüğü yerden kaldırmak için çırpınandır. Çünkü o eliyle bir insanın hidayete ermesinin, dünya ve içindekilerden daha değerli olduğunun bilincindedir.
Kardeşlerinize Karşı Sorumluluklarınızı İhmal Ederek Şeytanlara Yardımcı Olmayın!
Burada Hz. Ömer’in şu çağlar üstü hatırasını hatırlamakta yarar vardır:
Şamlı güçlü kuvvetli bir adamın şaraba düşkün bir hayat yaşamaya başladığı Hz. Ömer’e haber verildi. Hz. Ömer, kâtibini çağırdı ve şunları yazmasını söyledi: Ömer’den arkadaşı falana. Selam olsun sana. Eşi ortağı olmayan Rabbime hamdeder ve O’nun adıyla sözlerime başlarım. Hâ Mîm. Aziz ve Alîm olan Allah’tan inmedir bu kitab. Allah, günahları affeden, tevbeleri kabul eden, cezalandırması yaman olan, ikramı engin olandır. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş de sadece O’nadır.[3]
Hz. Ömer mektubunu imzaladıktan sonra, elçisine bunu ona ayık iken ver dedi ve yanındakilerden ona tevbenin nasip olması için dua etmelerini istedi.
Elçi adama mektubu getirip verdi. Adam mektubu okudu ve şöyle demeye başladı: Rabbim bana bağışlayacağını vaat etti, beni azabından sakındırdı! Adam bu sözleri hem tekrarlıyor, hem de ağlıyordu. Ardından içkiyi bıraktı, iyi bir Müslüman oldu.
Haber Ömer’e gelince o şunları söyledi: Arkadaşlarınızdan birinin ayağı kayıp yanlış yola düştüğünde siz de böyle yaparak onu kurtarmaya çalışın, onun için dua edin, sakın onu ihmal ederek, ona hakaret ederek şeytanlara yardımcı olmayın![4]
Şimdi bu anlatılanlar ışığında kendimize soralım: Bizler kardeşlerimize karşı sorumluklarımızı ne kadar yerine getiriyoruz? Olardan özellikle günahlara düşenlere karşı ne yapıyoruz? Unutmayalım ki bunlar yalnızca menkıbe anlatmak için değil, onlardan ders almamız içindir.
Müminlerin kendi aralarındaki kardeşliği bırakıp başkalarını dost-kardeş edinmesinin sonuçlarını bildiren bir ayette şöyle buyurulur:
İnkâr edenler, birbirlerinin velisidirler. Eğer bunu yapmazsanız (müminleri bırakıp kâfirleri dost tutarsanız), yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur.[5]
MÜSLÜMANIN MÜSLÜMAN ÜZERİNDEKİ HAKLARI
Bir rivayette, müslümanın Müslüman kardeşi üzerinde otuz kadar hakkı vardır, bunları yerine getirmedikçe yahut affedilmedikçe sorumluluktan kurtulamaz[6] buyurulmuştur. Bu haklar şöyle sıralanmıştır:
Kardeşinin kusurunu bağışlamak, üzüntüsünde ona ortak olmak, ayıbını örtüp açığa vurmamak, eksiğini tamamlamak, özrünü kabul etmek, gıybet edilmesine müsaade etmemek, öğüt vermeye devam etmek, dostluğunu sürdürmek/korumak, söz ve ahdine riayet etmek, sevgisine/mektubuna/mesajına karşılık vermek, davetine icabet etmek, hediye ve ikramını kabul etmek, hediyesine hediye ile karşılık vermek, ikramına teşekkür etmek, en güzel şekilde ona yardımcı ve destek olmak, namusunu korumak, ihtiyacını gidermek/borcunu ödemek, derdine çare olmak, hoş sohbet etmek, iyiliğine iyilikle karşılık vermek, yeminini yerine getirmeye yardımcı olmak, zalimse zulmüne engel olmak-mazlumsa zulümden kurtarmak, dost olmak, düşmanlık beslememek, kendisi için istediği güzel şeyleri kardeşi için de istemek, kendisi için hoş görmediğini kardeşi için de hoş görmemek ve cenazesinde hazır bulunmak.
Peki, şimdi bizle kardeşlerimiz dediğimiz kimselere bunların ne kadarını yapabiliyoruz, bu konudaki sorumluluğun kaçından yakamızı kurtarabiliyoruz? Evet, kardeşlerimiz bizden kardeşlik bekliyor, başka değil!