Ramazan ayı, cömertlik ayıdır. Bu sebeple Araplar “ramazan kerîm” derler. Gerçekten bu bereketli ayda, senenin diğer aylarına nispetle; maneviyat ve yardımlaşmada, namaz ve oruçta, şefkat ve merhamette, sabır ve kanaatte bir cömertlik sergilenir. Aynı zamanda ramazan ayı, sosyal boyutu olan bir aydır. Empati yapan varlıklı bir Müslüman; fakir ve düşkünün ne durumda olduğunu yaşayarak öğrenir. Bu tecrübeyi yaşayan bir Müslümanın adeta vicdanı kanar. Bunu tedavi etmek için de imkânı ölçüsünde sosyal boyutlu ibadetlere ağırlık verir. İhtiyaç sahiplerine; hem gönlünü, hem kesesini ve hem de kasasını açar.
İslâm’da sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı kolaylaştırıcı etkenlerin başında “fütüvvet ahlâkı” gelir. Cömertlik anlamına gelen fütüvvet, insanları, dünya ve âhirette kendi nefsine tercih etmektir. Fütüvvet ahlâkının temelini “İslam kardeşliği” oluşturur: “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat 49/10). Sınır tanımayan bu kardeşlik anlayışı, mümini, yardımlaşmada misak-ı milli sınırlarının dışına çıkmaya zorlar. Geniş bir açıya sahip olan bu kardeşliğin özünde iman cevheri vardır. Aynı inanca sahip olan insanlar, “kurşunla birbirine kenetlenmiş bir yapı” (Saff 61/4) gibidir. Kendileri muhtaç olsa bile, ihtiyacı olan bir Müslümanı kendilerine tercih edip ona yardım ederler. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır:
Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa kurtuluşa ermiştir.” (Haşr 59/9).
Hz. Peygamber @ de hadislerinde sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı, imanla ilişkilendirir:
“Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini, din kardeşi için de istemediği müddetçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.” (Müslim “İman” 17).
“Komşusu aç iken bunu bildiği halde kendisi tok yatan gerçekten iman etmiş olamaz.” (Süyuti, C. Sağir, II, 228).
“Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir.” (Tirmizi “Hudud” 3).
İşte İslam’da bencilliği, egoizmi ve çıkarcılığı yere seren; karşılıklı sevgi, yardımlaşma ve dayanışma rûh ve ülküsünü teşvik eden anlayışın arka plânında böyle bir öğreti vardır.
Bizim geçmiş tarihimiz sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın sayısız örnekleriyle doludur. Bu örnekler sadece aynı dine inanan insanlarla sınırlı kalmamış; hiçbir felsefi inanç, din, ırk ve kültür farkı gözetilmeden tüm felakete uğrayanlara ve ihtiyaç sahiplerine şamil kılınmıştır. Hala manevi değerler alanında bütün yozlaş(tır)malara rağmen, çok yakın bir geçmişe sahip olan Bosna savaşında aziz milletimizin ne büyük fedakârlıklar yaptığını gözlerimiz yaşararak gördük. Hatırlıyorum, Bosna için yapılan bir yardım kampanyasında, bu millet, “onlar bollukta ve darlıkta infak ederler” ilahi öğretisini yaşama geçirerek parası olmayan üniversite talebeleri cebindeki bileti, evine ekmek götürecek parası olmayan fakir kardeşimiz sırtındaki ceketini hiç düşünmeden ortaya koyabilmiştir. Aynı durum tsunami felaketinde, Pakistan depreminde, Açe’de, Lübnan savaşında ve ülkemizde meydana gelen 17 Ağustos depreminde de yaşanmıştır.
İçinden geçtiğimiz mübarek ramazan ayında bile bu milletin cömert ve yardımsever insanları başta Anadolu olmak üzere, Balkanlarda, Kafkaslarda, Afrika’da, Asya’da ‘kardeşlik sınır tanımaz’ sloganıyla açtıkları sofralar gözlerimizi yaşartmakta ve bizleri onurlandırmaktadır. Kapitalizmin bencilliği kurumlaştırdığı modern çağda “başkası”nı düşünme ahlakını yaşama geçirmek olsa olsa Müslümanların bir davranışı olabilir. Çünkü İslam tevhid ve adalet dinidir. Müslümanların bu iyi niyetleri asla suiistimal edilmemelidir. Eğer suiistimal edilirse, suiistimal edenlerin sonları berbat olmakla kalmayacak, gelecek nesiller için olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Onun için hayır kurumlarında çalışanlar çok hassas ve dikkatli olmalıdırlar. Tüyü bitmedik yetimlerin, yoksulların ve kimsesizlerin haklarına saygısızlık çok büyük bir vebaldir. Asıl vebal ve ihanet ise, hayatında hiçbir yoksula ve düşküne yardım etmediği ve teşvikte bulunmadığı halde, yardım edenleri engellemeye çalışmaktır. (Fecr 89/18; Maun 107/3). Üstelik de bu engellemeyi, yardımların ençok yapıldığı mübarek ramazan ayına denk getirmek oldukça anlamlıdır. Eğer varsa bir sorun, hukuka havale etmek yerine, görsel aygıtlar eşliğinde toptancı bir yaklaşımla hayır kurumlarını karalama kampanyası düzenlemek tercih edilmektedir. Sonuçta, hayır kurumları hakkında çizilen olumsuz imajlar, ehl-i hayır kimselerin kafasında kuşkular oluşturmakla kalmamakta, bu durum yoksul kimselerin aleyhine işlemekte ve onların acılarını daha da derinleştirmektedir.
Böyle bir ahvalden kimin çıkarı olabilir?
Ahlaki anlamda, bireysel mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmekten daha kötü ne vardır?
Herkes bu sorular üzerinde kafa yormalı ve intibaha gelmelidir, diye düşünüyorum.