Karpuzlar düştü, kabuklar açıldı!

Mustafa Yiğit

Uzun zamandır televizyon seyretmiyorum.

Sadece Fenerbahçe maçlarını izliyorum. Hem de kahrola kahrola.

Milyonlarca dolar harcayacaksın, Danimarka’nın kıytırık bir takımına karşı ölüp ölüp dirileceksin, UEFA’ya kendini zor atacaksın.

Aziz Yıldırım’a buradan sesleniyorum: Koşmayan, pres yapmayan takımdan bir şey olmaz. On bir tane generalle de hiçbir savaş kazanılmaz.

Bir futbol takımına bir bilemedin iki general yeter. Yok ben şov adamıyım ya da ben generallerle oynamayı seviyorum, benim yoğurt yiyişim bu diyorsa Yiğit Zico da, generallerine koşmayı öğretecek! Bunun lamı cimi yok. Yoksa yüzüncü yıl üzücü yıl olacak!

***

Neyse uzun zamandır televizyon seyretmiyordum demiştim. Ancak üç beş gündür iftarı beklerken televizyon kanallarında zap yapıyorum.

Bu zaplar sırasında bir ara gözüme Amerika’lı işadamına satılan TGRT ilişti. Annemin izlediği bir program beni de cezb etti. Programın adı: İnci Ertuğrul Sizin Sesiniz.

Bildiğiniz kadın programlarından. Gözyaşı, şiddet, entrika, aşağılanma diz boyu.

Bir kadın ve bir adam var. İkisi oturmuş yan yana ve programın müdavimi olan seyirciler karşıda, İnci Hanım’da ayakta ve güzel gözlerine yakışmayacak sertlikte oturan adamı infaz etmekte. Azarlıyor.

Ne olduğunu anlamak için biraz daha dikkatle izliyorum.

Adam muhtemelen Çankırı, Çorum, Kırşehir ve ya Yozgatlı. Konyalı,  Kayserili olma ihtimali de var.

Yanındaki kadına, sevdiğini söylediği kadına, “Bu!” Diyor “benim yanımda sekreter olarak  çalışıyordu. Sona aramızda bi yakınlaşma oldu! Ben evliyim ama gönlüm kaydı, Onun da bana!”

İnci hanım başörtülü, masum bir şekilde oturan kadına dönüyor “böyle mi oldu” diyor, “beyfendinin anlattığı gibi mi oldu?”

Kadından tek kelimeli bir yanıt; “hııı..!”

Adam devam ediyor, “ Ama kimse bilmiyordu, bu ilişki bir kaza sonunda anlaşıldı.”

Programa katılan seyirciler adama yükleniyorlar bu esnada, hiç utanmadan bir de anlatıyor yaptıklarını diye.

Adam çok soğukkanlı bir şekilde devam ediyor, “Evet aynı arabadaydık, kazadan sonra herkes öğrendi, benim karım da öğrendi, yani karpuzlar düştü, kabuklar açıldı!”

Bu sırada adamın yanı başında sesiz sessiz oturan kadın birkaç cümle sarf etmek istiyor, kadınlık gururu sanırım depreşiyor ve salonda bulunanlarla münakaşaya giriyor, adam şiddetleniyor ve sevdiği bu’nun ağzına elini götürerek  “kes tantanayı” diyor.

Aldatmak, aldatılmak çok gündeme oturunca, 40’hk kadınların 20’lik çocuklarla kelli felli erkekleri nasıl aldattıkları ballandıra ballandıra anlatılınca,  orta Anadolu gibi muhafazakar bir bölgede de bu kadar basit, bu kadar kolay bir dille anlatılabiliyor, hatta ekranlara taşınabiliyor  aldatma olayı.

Aldatmak ve aldatılmak insanlık tarihi kadar eski. Ancak bunun böylesine ulu orta deşifre edildiği, böylesine gözler önünde olduğu hiçbir dönem yaşanmamıştır sanırım. İnsanlar aldattığını gizlemiyorlar artık, hatta anlatırken büyük de keyif alıyorlar.

Aslında aldatmanın değil, nasıl aldattığını anlatmanın olay olduğu bir sürece girmiş bulunuyoruz. Sosyetesinden, kenar mahallelerine kadar bu bir moda halini aldı. Asıl korkulacak şey bu. Artık insanlar aldatmaktan çekinmiyorlar, hatta bir aldatma hikâyem olsa da ele güne anlatsam diye fır fır dönüyorlar, televizyon televizyon geziyorlar.

Ve adam program biterken seyircilere dönüyor: Ben kırk yılda bir yapıyorum, kırk yılda bir buraya çıkıyorum,  siz her gün buradasınız, her gün aldatıyorsunuz!